Manşet

(izlenim) Oh! Xilasêdîem dikarin biçin Cizîrê!

Cizre: Günlerdir onca kişinin yaralandığı ve katledildiği Cizre’ye gitmek üzere avukat örgütlerinin çağrısıyla çeşitli bölgelerden gelen avukatlarla düştük yollara. Cizre’ye giriş çıkışları kapatan devletin amacı hiç kuşkusuz yaptığı katliamları gizlemek ve Kürt halkına korku salmaktı. Cizre’ye gitmek üzere ilk olarak Mêrdîn’den İdil yolu üzerinden çıktık yola. Yüzlerce insanın Cizre’ye ulaşmasını engelleyen devletin kolluk güçleri, bizler de çok ilerleyemeden zırhlı araç ve askerle kestiler önümüzü.

Devletin orada katliam yaptığı daha Cizre sınırlarına varmadan kurmuş olduğu barikatlarla ortadaydı. İlk karşılaştığımız barikatın önünde, bizi öldürseler de Cizre topraklarına ulaşmadan dönmeyeceğimizi dile getirdik. Yüzlerce avukatın uğraşmasına rağmen devletin “güvenlik güçleri” kurmuş oldukları barikatı açmadılar. Çünkü bizim “güvenliğimizi” sağlayamazlarmış(!)

Yol sizin olsun dağlar bizimdir…

Yolun açılmaması üzerine tepelerden tuttuk Cizre yolunu. Kilometrelerce yürüdüğümüz yolda kah traktörle kah kamyonla, kah tırla Cizre’ye ulaşmaya çalıştık. Çevre köylerden sürahilerle su taşıdı İdil halkı Cizre’ye ulaşmamız için. Bu tablo bana hiç yabancı gelmiyordu. Ermeni Soykırımı, Dersim katliamı, Rojava’da DAİŞ katliamı vs … Birçok yerde yaşanan katliamın ardından sürgüne giden halkın yaşadıkları canlandı kafamda. Yürüyüş boyunca herkesin aklında aynı şey vardı. İstediğimiz tek şey, Cizre’de bir çocuk daha buzdolabına girmeden oraya ulaşmaktı. Yürürken, bir an önce Cizre’ye varmak ve Cizre halkının yaralarını sarmak için yarışıyorduk adeta. Ailesi orada olan ve günlerdir haber alamayan arkadaşlarımız vardı aramızda. Yabancısı değiliz bu tablonun diyorlar, yıllardır aynı vahşeti yaşadıklarını anlatarak tek yapacakları şeyin özsavunma olduğuna dikkat çekiyorlar konuşurken. 

Saatler süren yolculuğun ardından İdil’e az bir yolumuz kala ikinci barikatla karşılaştık. Yine bizi geçirmeyeceklerini söylediler. Ancak uzun süren uğraşlarımız sonucunda yine geçtik barikatı.

Yapmış olduğumuz yolculuğun adını Cizre’nin uzun yürüyüşü koyduk. Artık Çin’de olduğu gibi Cizre’de de bir uzun yürüyüş olmuş oldu! Analar yılmadan yürüdüler. Gelen araçlara binmelerini istediğimizde ise asla kabul etmeyerek yürüyüşün en önlerinde yer aldılar. Ucu bucağı görünmeyen bağ bahçelerini, kıvrak vadileri bir bir aştık. Yol boyunca geçen araçların kornalarını hiç susturmaması, zafer işaretleriyle xêr hatin (hoş geldiniz) diye seslenmeleri hiç bitmedi. Uzun yürüyüşün ardından akşam saatlerinde Karalar beldesine ulaştık. Yolda olduğumuzun haberini alan Karalar beldesi halkı HDP binası önünde toplanarak gelenleri zılgıtlar ve alkışlar eşliğinde karşıladı.

İdil halkı özsavunmada!

Karalar beldesinin ardından İdil’e gittiğimizde ise yasağın kaldırıldığını öğrendik ancak bizi yine Cizre’ye bırakmadılar. Sokağa çıkma yasağının sabah saat 07.00 sularında kaldırılacağını ancak o zaman oraya girebileceğimizi söylediler. Sonradan öğrendik ki devlet o gece yasağın son gecesi olduğu için Cizre halkına var gücüyle saldırmış ve yeni üç kişiyi katlederek evlere büyük hasarlar vermiş.

Elbette ki İdil’de geçirdiğimiz geceyi sakin geçirmedik. Gece yarısından sonra gelen havan ve silah sesleriyle pencereye yöneldiğimizde herkes tedirgin olarak bizi engelledi. Çünkü pencereden bakanı ve balkona çıkanı keskin nişancıların vurduğunu söylediler. Evinde bizi misafir eden heval Mehmet Kaninar anlatıyor devletin zulmünü: “Biz eve perde asmazdık ancak gel gör ki 90’lı yıllara geri dönünce evlere perde gerdik, keskin nişancılar bizi vurmasınlar diye. Kendi topraklarımızda esir hayatı yaşıyoruz. Balkonumuza bile çıkamaz olduk. Devlet olmasa burada terör de olmayacak. PKK var diyorlar yalan. PKK dedikleri halktır. Biziz PKK, özsavunmaya gidiyoruz öldürülmemek için. Bize başka çare bırakmıyorlar.”

İdil Konut Mahallesi’nde hendekler kazılarak halk savunma birlikleri oluşturan mahalle sakinleri devletin güvenlik güçlerinin girmemesi için sabaha kadar nöbet bekliyorlar. Ancak asker geceleri taciz ve direkt hedef atışlarıyla halkın özsavunmasını aşmaya çalışıyor. Duymuş olduğumuz sesler de o mahalleden geliyormuş. İdil halkı asker kuşatmasına ve katliamcı saldırılara rağmen gelen misafirlerini rahat ettirmek için seferber oldular. Kürtçe bilmediğim halde söylenenleri çok iyi anlıyorum çünkü bütün konuşmalarının sonunda “êdî bese” (artık yeter) diyorlar.

“Ohh xilasêdîem dikarin biçin Cizîrê*”

Sabah saatlerinde yasağın kalkmasıyla düştük Cizre yollarına. Ancak yasağın kalkmasına rağmen onlarca zırhlı araçlarla yollar tutulmuş ve gelen araçların içerisine tek tek bakıyorlar. Yine Cizre’ye girmemize izin vermeyecekler diye hepimizi bir huzursuzluk kapladı ancak geçtik. Geçerken herkesin dilinde “Ohh xilasêdîem dikarin biçin Cizîrê” cümlesi yer aldı. Çok anlaşılırdı çünkü ben de, “ohh sonunda geçtik*” dedim…

Ahh Cizre ne derin yaralar açılmış bağrında!

Cizre’ye indiğimizde gördüğümüz manzara karşısında kanımız dondu. Evet, Kobanê’de değil Cizre’deydik, ancak gördüklerimiz DAİŞ çetelerinin Kobanê’de yaptığı katliamcı saldırılarından hiç farklı değildi. Kadınların ağıtları, zafer işaretleri, çocuk çığlıkları, yıkık ve yanmış evler, telef olmuş hayvanlar, hastalık saçan atık maddeleri karşıladı bizi. Savaş tablosuna rağmen “yıkılmadık dimdik ayaktayız” diye seslenen gençler etkiledi bizi. Çocukların “biji berxwedana Cizîrê” sloganları daha da büyük yaralar açtı içimizde. Yaşadıkları onca vahşete rağmen gülüşlerindeki güzelliği ve bakışlarındaki saflığı asla yitirmemiş Cizre’nin/savaşın çocukları. Cizre’ye gelen herkes şaşkınlık dolu bakışlarını alamıyor, virane olan evlerden ve ocağına ateş düşen ailelerden gözünü.

“Bugün günlerden Cizre”

Cizre’de günlerdir süren sokağa çıkma yasağının ardından hasar tespiti yapmak için başladık tur atmaya.  Nur Mahallesi’nde taş üstünde taş kalmamış neredeyse. Birisi “Bugün günlerden neydi?” diye bir soru sordu. Bir başkası ise, “Bizim günlerden haberimiz mi var heval, yaşamayı unutmuşuz biz. Aç kalmışız, kimin umurunda hangi günlerde olduğumuz. İlle de merak ediyorsan diyeyim bugün günlerden Cizre” diye karşılık verdi. Evet, bugün günlerden Cizre. İnsanlığın derin dondurucularda, bozulmaması için saklandığı, çocukların kurşunlarla “biji berxwedana Cizîrê” yazdığı, su olmadığı için çamurlu suların içildiği, annelerin çocuklarını ninnilerle değil havan sesleriyle uyuttuğu Cizre’deyiz…

Devletin katliamcı saldırılarının resmi tam karşımızda duruyor. Önce trafoları taramışlar ve elektriği kesmişler, ardından su depoları pert edilmiş. Hastane personelleri ölümle tehdit edilerek tecrit altına alınmış ve doktorların hiçbir yaralıya müdahalesine izin verilmemiş. Halkın yiyecek ihtiyacını gidereceği bakkallar ve marketler atılan havan ve roketatarlarla talan edilmiş. Sonrası açlık, ölüm, korku ve Kürt halkının yüz yıldır asla yitirmediği direngenlik ve özsavunma.

Ya bu neyin teşekkürüydü ben anlamadım!

Kiminle karşılaştıysak ve sohbet ettiysek teşekkür ediyorlardı onları yalnız bırakmadığımız için. Ancak her teşekkür biraz daha küçüldüğümü hissettirdi bana. Neyin teşekkürüydü bu? Geç kalmışlığımızın mı? Yoksa duyarsızlığımızın mı? Hayır, hayır buldum, Cizre’yi anlamadığımızın ve Cizre’yi sadece ekranlardan izleyişimizin teşekkürüydü bu…

TC’nin DAİŞ usulü bubi tuzakları

Cizre’de taş üstünde taş kalmamış sokakları gezerken her yerde etrafı daire şeklinde taşlarla çevrili parçalar vardı. TC Cizre’den çekilirken patlamamış bombalarla tuzaklar kurmuştu. Varlığı zaten katliam olan tc, yokken de insanlar ölsün derdindeydi. Yani burası Kobenê’den farksız ve TC de DAİŞ’ten.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu