Yorum

Derinleşen kriz ve Moody’s’in sermayeye “kaçın” uyarısı!

Türkiye’de temelleri 24 Ocak 1980 kararlarıyla atılan, özü özelleştirme ve talana dayalı olan ve devlet iktisadındaki kamunun payının küçültülerek, sosyal hakların gasp edildiği ve yine esnek, enformal ve taşeron çalışma sisteminin dayatıldığı neoliberal politikaların en yoğun biçimde yaşama geçirildiği yıllar AKP’nin iktidar süreci olmuştur.

Emperyalizmin desteği ile iktidara gelen ve “yapısal uyum” adı altında sosyal güvenlik sistemlerinin ve işgücü piyasalarının sistematik olarak sermaye lehine dönüştürülmesi anlamına gelen IMF ve Dünya Bankası patentli emperyalist politikaları başarıyla yaşama geçiren AKP iktidarının ilk 7-8 yılında özelleştirmelerden elde ettiği rant başta olmak üzere emperyalist sermaye akışı ve dış borçlanmayla içi boş (üretimden kopuk), kredi ve inşaat sektöründe oluşan balona dayalı bir büyüme yaşadı. 2010’lardan itibaren yavaşlayan büyüme hızı, 2013’lerden itibaren ise düşüşe geçti. Şirketlerin büyüyen borçları, hızla düşen emtia (malların) fiyatları, bölgedeki savaş gerçekliğinin yansımaları, dış politikadaki yanlış hamleler ve Kürt ulusal sorunundaki çözümsüzlük ve şiddetlenen savaşla büyüyen siyasi, ekonomik istikrarsızlık gibi nedenlerden kaynaklı; ülkeye gelen sermaye kaçarken, büyüme de yerini küçülmeye bırakmış vaziyette.

Zaten zor durumda olan TC ekonomisi 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında OHAL ve KHK’lerle gerçekleştirilen AKP darbesiyle birlikte daha da kötülemiş, siyasi, ekonomik istikrarsızlık, kırılganlık ve belirsizlik daha da büyümüştür. Öyle ki 2010’larda yüzde 30’larda olan sabit sermaye yatırımları bugün eksilere düşmüş, ihracat hızla gerilerken ithalat artmış, dış borç 412 milyar dolara çıkmış, Temmuz 2016 itibariyle 12 aylık cari işlemler açığı 28.931 milyon dolara ulaşmış durumdadır. İşsizlik ise resmi verilere göre yüzde 10.2’yle 3 milyon 127 bin kişiye ulaşırken, DİSK’in açıkladığı rakamlarla ise yüzde 18,5’le 6 milyonu geçmiş haldedir.

Hızla gelen ve iktidarını da sarsacak nitelikte olan ekonomik çöküşün farkında olan AKP iktidarı bu çöküşün önüne geçmek, borç ve cari açık gibi nedenlerle yıl içinde acil olarak ihtiyaç duyduğu 200 milyar Dolarlık finansmanı yaratabilmek, emperyalist sermayeye güven verip ülkeye çekebilmek için bir dizi adım attı.

Mayıs’ta Meclisten geçirdiği “kölelik” yasasının ardından ekonomik kaynak yaratma arayışına giren AKP, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle ilan ettiği OHAL’i fırsata çevirip Kanun Hükmünde Kararnamelerle ekonomiye yeni kaynak, kendisine yeni rant alanları açtı. “Yeni Teşvik Paketi” olarak sunulan düzenlemeyle kayıtlı olan ve 72 milyarı SGK primleri olmak üzere 160 milyarlık varlığa ait vergi, prim, gümrük vergisi vb. borçları yeniden yapılandırırken, “varlık barışı” olarak da bilinen kaynağı belli olmayan kara para aklanması, ülke içinden ve dışından gelen bu paraların sorgusuz ekonomiye aktarılmasını sağlamaya dönük düzenlemeler yapıldı. “Bireysel Emeklilik Sistemi” adı altında yeni bir soygun düzenlemesi yasalaştırılarak halka dayatıldı. Yine Cemaat’e ait olduğu ya da Cemaat ile bağlantılı olduğu, destek sunduğu vb. iddiası ile onlarca vakfın, eğitim kurumlarının, şirket ve holdinglerin, tutuklanan general vb.lerinin mal varlıklarına el konularak bir milyarın üzerinde rant elde edilmesi gibi düzenlemeler yapıldı.

Tüm çabasına rağmen AKP iktidarı ekonomideki düşüşü önleyemezken, emperyalist kredi derecelendirme kuruluşlarından da geçerli not alamadı. Uluslar arası sermayeyi herhangi bir ülkede yatırım yapıp-yapmayacağına dair yönlendiren üç emperyalist derecelendirme kuruluşundan Standard&Poors (S&P) Ağustos başında Türkiye’nin kredi notunu düşürerek “orta derece yüksek risk” düzeyinden “yüksek risk” düzeyine getirmesinin ardından Fitch Ratings de Türkiye’nin “BBB”de tuttuğu notunu “BBB-”ye düşürmüştü. Son olarak ise Moody’s 23 Eylül’de en düşük yatırım yapılabilir seviyesinde olan “Baa3” notunu yatırım yapılamaz ülke seviyesi olan “Ba1”e düşürdü.

Hükümet yetkililerinin ilk ağızdan Moody’s’in kararının tarafsız olmadığı, siyasi olduğu “Türk ekonomisinin üç-beş tane değerlendirme kuruluşunun raporlarına göre hizaya geçecek bir ekonomi olmadığını (Binali Yıldırım) ve bu kuruluşların “cebine üç-beş kuruş ekstra para koy (up), istediğin notu al”abileceğini (R. T. Erdoğan) de belirtseler, ekonomik tablo devlet yetkililerini yalanlamaya yetiyor.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının emperyalist sermayenin çıkarlarından yana olduğu ve verdikleri kararların da esasta uluslararası sermayenin yani emperyalistlerin ihtiyaçları ve daha fazla kârına yönelik olduğu bir gerçek. Ancak bu, emperyalizme ve emperyalist sermayeye bağımlı olan Türkiye ekonomisinin, “yatırım yapılamaz” yönlü karardan etkilenmeyeceği anlamına gelmiyor.  Moody’s’in de kararında dikkat çektiği gibi; “tüketimin sürüklediği, yabancı sermayeye bağımlı olan Türkiye ekonomisi, dışsal şoklara ve/veya yatırımcı güveninde kayıplara karşı riskli durumda”yken, yüksek dış borç ve cari açıkla emperyalist sermayeye bağımlılığını daha da artmasının koşullarının oluştuğu da bir gerçektir.

Yine Moody’s’in de vurguladığı gibi siyasal olarak Türkiye’de “kurumsal güçte zayıflama, siyaset ve güvenlik risklerinin ısrarla yüksek kalması, öngörülemeyen politik gelişmeler, içsel siyasi riskte artış ve jeopolitik tehditlerin direnmesi; darbe girişiminden önce de var olan kurumsal güçteki aşınmanın daha da artması, yönetişimde bozulma…” darbe sonrasında halen iktidarın geleceğinin belirsiz olması, kamu personelinin tasfiyesiyle devlet kurumlarının felce uğraması, kimi şirketlerin varlıklarına el konulması, kapatılması, kayyum atanması gibi uygulamalarla ortay çıkan mülkiyet haklarının korunması noktasındaki riskler uluslar arası sermayeyi ürküten gerçekliklerdir.

Moody’s’in kararını açıklamasının ardından ilk tepki olarak TL’nin değer kaybedip, Doların yükselmesi ve borsanın % 5’lerdeki değer kaybetmesi şeklinde yaşanırken bu kararın esas etkisinin sonuçlarını ise önümüzdeki süreçte kimi emekli, sigorta ve yatırım fonlarının sermayesine Türkiye’den geçmesiyle döviz kurlarının yükselmesi, borsanın düşmesi, faizlerin fırlaması ve TC’nin yurtdışından borç bulmakta zorlanacağı vb. biçimlerde göreceğiz. Bu da ekonomideki büyümeyi değil, her geçen gün küçülmeye beraberinde getireceği için işçi, emekçi halka da faturası ağır olacaktır. İşçi ücretlerinin düşüşü, sosyal hak kırıntılarının da gasp edilmesi, güvencesizlik vb. uygulamaları önümüzdeki sürecin temel noktaları olacaktır. Ancak kesin olan bir başka gerçek ise egemenlerin büyüyen her krizi, sonlarını daha da yakınlaştırmaktadır. Burada önemli olan kuşkusuz politik öznelerin müdahalesidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu