Makaleler

Doğu Akdeniz enerji havzası kapsamında Kıbrıs sorunu

Yarım asra yaklaşan Kıbrıs sorunu kapsamında İsviçre’de 5’li Kıbrıs Konferansı Temmuz ayının ilk günlerinde gerçekleştirildi. İngiltere, Yunanistan ve TC devletinin garantör ülke olarak katıldığı toplantı, “en iyi fırsat” olarak değerlendirilirken, sorunun aldığı boyut açısından bir anlaşma sağlanamaması da gayet doğaldı. Zira egemen sınıflar arasındaki çıkar çatışması, Kıbrıs’ta yaşayan Rum ve Türk halkını bölmekle kalmadı, ilhak ve işgali süreklileştiren bir hale dönüştürdü. Sorunu “çözmek” için toplananlar her defasında sorunu kangrenleştirmekten başka da bir şey yapmadı/yapamazdı da. Zira “çözüm” olarak halklara dayatılanların çok farklı bir durum yaratmayacağı açıktır.

Kıbrıs sorunu, egemen sınıflar arasındaki çıkar dalaşı üzerine yapılan pazarlıklar nedeniyle kördüğüm haline gelmiş durumda. Bununla birlikte Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sahaları soruna yeni bir boyut kazandırmıştır. Son dönemde yapılan “çözüm” toplantılarının ana gündemini de zaten bu enerji kaynağı oluşturuyor.

Gazze açıklarında doğalgaz rezervlerinin keşfedilmesinden sonra İsrail yaptığı arama çalışmaları sonucu Mari-B doğalgaz rezervini keşfetti. Leviathan, Tamar ve Mari-B’den oluşan doğalgaz sahaları Doğu Akdeniz’in önemini artırdı. Bu sahalardaki toplam doğalgaz rezervinin 1 trilyon metreküp olduğu belirtiliyor. Gazze açıklarındaki doğalgaz sahasını da gasp eden İsrail, tüm bu rezerv üzerinden plan ve projeler yapıyor.

2015 yılında İsrail, doğalgazda tekelleşmenin önünü açan yasayı onayladı. Doğu Akdeniz Projesi kapsamında doğalgaz çıkarımı, üretimi ve Avrupa’ya ulaştırılması gibi teknik konuların yanında politik olarak TC devletini proje dışında tutmaya çalışıyor. Doğalgazı Avrupa’ya ulaştıracak boru hattı için Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan’la görüşmeler epeydir sürmekte. Kıbrıs Türk kesimi ve TC üzerinden Avrupa’ya uzanan bir hat hem ekonomik hem de güvenlik açısından daha kolayken, politik arenada TC-İsrail ilişkilerinin gerilimli oluşu İsrail’i alternatif bir hatta yönlendiriyor. Dolayısıyla TC devletini dışlayan bir politika izliyor.

Bunun farkında olarak TC devleti, Kıbrıs ve Filistin sorununu kullanarak sürece dahil olmaya çalışıyor. HAMAS’ın yakın zamanda vizyon değiştirerek iki devletli “çözüm”e evet demesinde parmağı olan TC devletinin amaçlarından biri de Doğu Akdeniz enerji kaynağından faydalanmak karşılığında İsrail’e jestidir. Doğalgaz kaynaklarını “Tanrının bir hediyesi ve enerji bağımsızlığı” olarak gören İsrail, bu jeste, HAMAS’ın vizyonunu çöpe atarak karşılık verdi.

Filistin’e en yoğun ve kanlı saldırı süreçlerinde İsrail’le ilişkilerini bozmayan TC’nin, son günlerde El Aksa üzerinden İsrail’e yönelik protesto gösterileri düzenletmesinin de altında yatan bu tür çıkar çatışmalarıdır. Zira, Filistin vb. halkların acılarının, bu kurtların oyun masasında, gerektiğinde kullanılacak bir kart olmaktan öte bir anlam ifade etmediği bilinen bir gerçektir.

Kıbrıs sorununun çözümü doğalgaz boru hattını hem ekonomik hem de daha güvenli bir hale getirecek. Fakat TC devletini de dışarıda bırakmış olacak. Bu nedenle TC devleti, sorunun çözümünü kilitleyerek sürece dahil olmak istiyor. Bu kapsamda Turcas Petrol AŞ ile Zorlu Petrogas görüşmelere başlayalı epey oldu. Avrupa’nın enerji aktarım merkezi olma politikası ekseninde Doğu Akdeniz kaynaklarından yararlanmak İsrail’in Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan üzerinden düşündüğü boru hattını engellemekten geçiyor. TC devleti bu amaçla Kıbrıs sorununu kendi çıkarları için kullanıyor. Dolayısıyla Kıbrıs sorununa bugün açısından bir de enerji kaynakları boyutu eklenmiştir. Enerji konusu üzerinde sağlanacak bir anlaşma taraflar arasında anlaşmazlık yaratan konular üzerinde, etkileyici bir rol oynayacaktır. Fakat konjonktürel süreç açısından (TC’nin herkesle sorunlu bir hale gelmiş olması gibi) enerji kaynakları üzerinde bir anlaşma uzak ihtimal olarak gözükmektedir.

TC devleti açısından sorunun daha önemli olan bir diğer yanı Anadolu’ya sıkışma düşüncesidir. Misak-ı Milli kapsamında Türk toprağı olarak görülen Kıbrıs, 1974 yılında işgal ve ilhak edilmişti. Bu işgal ve ilhak hala devam ettiriliyor. Irkçı-şoven Kemalist zihniyetin devamı olarak Kıbrıs Türklerinin değil, TC devletinin çıkarları esas alınmaktadır açıktır ki. Bu açıdan sorunun “çözümünde” yer alan maddelerden biri olan Türk askerlerinin çekilmesine de ayak diremektedir. Sorunun kendi çıkarları ekseninde “çözülmesi” dışındaki çözüm önerilerine Kıbrıs’ın Anadolu dışında kalan tek toprağın da elden gideceği şeklinde yaklaşan TC devleti, çözümsüzlüğü bir politik hat olarak izliyor. Dahası AB ile ilişkilerde, şimdi buna İsrail de eklenmiş durumda, konjonktürel ana paralel koz olarak kullanıyor.

Kıbrıs sorunu egemen sınıfların, konjonktürel sürece göre çıkarları ekseninde ele alınıp “çözüm” aranan bir sorun konumundadır. İsviçre’deki toplantıların da sonuçsuz olarak bitmesi Rum ve Türk halkı için yeni sorunların yaşanacağı, var olanların da derinleşeceği anlamına gelmiştir kuşkusuz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu