GüncelMakaleler

MAKALE | Miadını tamamlayan sisteme karşı halklar ayaklanıyor!

Devrimin nesnel koşulları belirleyici olsa da öznel koşullar oluşturulmadan devrim gerçekleştirilemez. Ancak objektif koşulların gelişmesi de öznel gücün koşullarını olgunlaştırır. Diyalektiğin bu yasası da görmezden gelinmemelidir.

Dünya çapında ülkeler yeni bir sürece giriyor. Halklar kitlesel olarak sokaklara dökülüyor. Yaşadıkları koşullara olan tepkilerini mevcut yönetimlere başkaldırarak dile getiriyorlar. Çünkü halklar eskiye kıyasla daha yoksullaşmış, daha çok sömürüye tabi tutulmuş, alım gücü iyice düşürülmüş, işsizlik çığ gibi büyümüş, yaşam şartları iyice zorlaştırılmıştır. Tüm bunlar yetmediği gibi ürünlere sık sık yapılan zam, artırılan vergiler, artan kesintiler, gaspedilen haklar vb. ile sistemin yarattığı külfet halklara çıkarılıyor.

Beraberinde devletlerin baskı ve yaptırımları da giderek artıyor. Çıkarılan yasalarla ve uygulamalarla bu baskı ve saldırılar egemen sınıfların baskı ve tahakküm aygıtı üzerinden daha katmerli boyutlara tırmandırılıyor. Talebini dile getirmek için sokaklara çıkan halklara acımasızca saldırılıyor. Ve yığınlar halinde halklar katlediliyor, yaralanıyor… Sindirilmek ve etkisiz hale getirilmek isteniyor…

Ayrıca bölgelerde çıkarılan savaşların ve halklara yönelik askeri saldırıların geçmişe kıyasla daha üst boyutlara tırmandırıldığı bir süreç yaşanıyor. Tüm bunların sonucu askeri saldırıların, siyasi ve sınıfsal baskıların daha keskinleştiği bir döneme tekabül ediyor.

Bunlar uluslararası emperyalist güçler ve pazarlardaki dayanaklarını oluşturan gerici devletler üzerinden yerine getiriliyor. Köhnemiş ve miadını tamamlamış sistem ve devletler ömürlerini uzatabilmek için, sömürü ve baskılara karşı başkaldıran emekçilere ve tüm ezilen yığınlara hunharca saldırıyorlar. Buna karşın ezilen ve sömürülen yığınların başkaldırıları giderek daha artıyor. Mevcut devletler bu isyanları sindirmek istiyorlar. Sokaklara çıkan emekçilere bunun için saldırıyorlar… Yığınlar halinde katlediyorlar.

Ama nafile! Çünkü uluslararası emperyalizm ve hükmü altındaki ülkelerin temelleri sarsılıyor. Girdikleri krizden bir türlü çıkıp istikrarlı sürece giremiyorlar. Sistemin üzerinde yükseldiği üretim tarzı kendi iç yapısındaki çatlakları onaramıyor. Bunun sonucu girdikleri kronik kriz sistemin mayasındaki çatlakları daha derinleştiriyor.  İşçiler, köylüler ve tüm emekçi sınıflar bunun sonucu başkaldırıyorlar.

Mevcut Durumun Oluşmasının Nedeni

Uluslararası finans kapital artık kendi iç yapısında oluşan sorunlara karşı sistem içerisinde müdahale edemiyor. Öyle ki bu sorunlar giderek derinleşmiş, müzmin bir hal almış ve girdiği girdaptan çıkamaz duruma gelmiştir. Sistemin doğasında var olan kriz yerini istikrarın sağlandığı yeni bir devrevi sürece bırakmıyor. Bunun sonucu, -alt-yapısıyla, üst-yapısıyla- mevcut yapının ürettiği sorunların üstesinden gelinemiyor. Ve düzen daha tahrip oluyor ve üzerinde yükseldiği temeller sarsılıyor. Kriz yerini bir türlü istikrarın sağlandığı yeni bir sürece devretmiyor. Öyle ki oluşan kriz göreli kriz olmaktan çıkmış yapısal bir kriz halini almıştır. Bunun sonucu mevcut kriz helezonik hal alarak kendi içinde yeni krizler oluşturuyor, mevcut çelişkiler ve sorunlar yumağını giderek büyütüyor…  Oluşan fatura da işçi sınıfına ve emekçi sınıflara mal ediliyor…

Günümüzün mevcut durumuna zemin teşkil eden yapı sistemin mayasında vardır. Bugünkü boyut elbette ki her tarihsel süreçte aynı düzeyde değildir. Sistemin sorunları kendi evrimi içerisinde iniş çıkışlar göstermiştir. Ama kapitalizmin bağrında bugünkü sorunların mayasını devamlı barındırmıştır. Ve tarihsel materyalizm yasası sonucu sınıflar arası çelişkinin uç boyutlara tırmanması, beraberinde ezilenlerin gösterdiği antagonizmayı bugünkü düzeye çıkartmıştır.

Günümüzün somut durumuna değinmeden önce o sorunları ve çelişkileri oluşturan sistemin sömürü mekanizmasının işleyişine ve nasıl ivme kazandığına kısaca bakmakta yarar var:

1) Günümüz koşullarında uluslararası kapitalizmin ulaştığı durum sonucu teknoloji ve emek üretkenliği (üretimin toplumsallaşması) geçmişe kıyasla iyice gelişmiştir. Teknolojinin gelişmesi üretici güçlerin (üretim araçları ve emeğin üretkenliğinin) gelişmesidir. Ancak emperyalist ülkelerde ve pazarlardaki üretim ilişkileri (mülkiyet biçimi) egemen sınıflarca muhafaza edilmiştir ve edilmektedir. Bunun sonucu muhafaza edilen üretim ilişkileriyle, günümüz üretici güçleri arasındaki çelişki iyice derinleşmiş ve sarmal bir hal almıştır. Üretim tarzındaki bu çelişki beraberinde sistemin çelişkiler yumağını daha büyütmüştür.

2) Emeğin ve üretim araçlarının daha üretken olması meta üretim kapasitesini daha artırmış ve daha toplumsallaşmıştır. Yani teknoloji geliştikçe işgücünü daha üretken kılar. Emek daha fazla mal üretir. Ama emek gücünün üretim kapasitesi artıkça, üretilen metanın işçiye ödenen gerekli-emek payı giderek azalırken, kapitaliste kalan artı-emek payı (artı-değer) giderek artmıştır. Bu işleyiş kapitalizmin üretim tarzında nispi artı-değer sömürüsünün artışıdır. Bununla beraber iş saatlerinin uzatılması ile mutlak artı-değer sömürüsüne de gidilmiştir. Son dönemlerde bazı iş kollarında iş saatlerinin kısaltılması ve ücretlerin düşürülmesi de uygulamaya konmuştur. Böylece her türden devreye konan sömürü mekanizması giderek üst düzeye tırmanmıştır. Sömürü mekanizması arttıkça işçilerin ve tüm emekçi kesimlerin alım gücü düşmüştür.

3) Ayrıca işyerlerine, üretim aletlerine, hammadde ve doğal kaynaklara yatırılan sermaye kesimini oluşturan değişmeyen sermaye ile işgücüne yatırılan değişen sermeye kesiminin bileşimini oluşturan sermayenin organik bileşimi giderek büyür. Üretim aletleri, teknoloji, kullanılan hammadde ve doğal kaynakların tedariki ve kullanımı geliştirilerek emek gücü üzerinden daha fazla ve daha gelişmiş meta üretilir ve pazara sürülür. Ancak her genişletilmiş yeniden üretim sürecinde artı-değeri getiren değişen sermaye kesimi de büyümesine karşın, değişmeyen sermaye kesimi daha hızlı büyür.

Sermayenin organik bileşimi büyüdükçe artı-değerin toplam sermaye miktarı içerisindeki oranını oluşturan kâr oranında da düşme eğilimini beraberinde getirir. Bu durum aşırı birikimin oluşmasıdır. Bunun sonucu düşen kar oranını yükseltmek için ücretlerin düşürülmesi ve sömürünün artırılmasına gidilir. Ancak bu durum kitlelerin alım gücünü düşürür. Sistemin bu işlevi kapitalizmin yarattığı tahribatın işçilere mal edilmesidir. Bu da sınıf çelişkilerini, sömürü ve baskı mekanizmasını keskin boyutlara tırmandırır, işçilerin alım gücünü düşürür, üretimi yavaşlatır, işsizlik, kriz vb. kapitalizmin tahribatları için ön koşul oluşturur.

4) Kar oranındaki düşüşle beraber günümüz konjonktüründe mevcut gelişmeler üretici güçler ile üretim ilişkileri bileşimini oluşturan hakim üretim tarzının kendi iç yapısında derin çelişkiler ve çatlaklar yaratmıştır. Üretim araçlarının günümüz teknolojik yapısı geliştikçe, emek-gücü daha üretken oluyor, artı-değer sömürüsü artıyor, ama çalışan işçi sayısında nispi azalma oluyor. Giderek işsizlik gelişiyor ve işsizler ordusu oluşuyor. Hem artan sömürü hem artan işsizlik sonucu üretilen meta üretildiği miktarda satılmıyor elde kalıyor. Marks’ın tahliliyle, üretim sürecindeki meta sermaye, dolaşım sürecinde para sermayeye tümden dönüşmüyor. Bunun sonucu artı-değer tümden realize olmuyor, gerçekleşmiyor. Çünkü üretilen toplam meta miktarı emekçi kitlelerin alım gücünden fazla oluyor ve pazarlarda yer bulamıyor. Pazara sürülemeyen metalar depolara yükleniyor.

5) Bu durum krizi beraberinde getirir. Pazara sürülemeyen ve elde kalan meta miktarı aşırı üretim krizini oluşturur. Üretimde daralma ve kısıtlama olur. Metalar elde kaldığından fabrikalar, ticari işyerleri ve birçok işletmeler iflas eder, kapanır. Bunun sonucu hızla işsizlik de oluşur.

Burjuvazinin reel kriz dediği aşırı-üretim krizi beraberinde mali krizi de getirir. Krizden etkilenen ve iflas eden fabrikalar ve işletmeler bankalardan faiz karşılığı aldıkları kredileri ödeyemezler. Bu da beraberinde mali krizi getirir. Çünkü birçok banka verdiği krediyi alamaz. Mali kriz sonucu bankalar içerisinde de birçok banka kapanır. Faiz oranları sıfır düzeyine kadar düşer. Ayrıca borsa krizi de yaşanır. Hatta son yıllarda sanal sermaye olan borsaya yatırılan hisse senetleri ile tahviller, bonolar gibi menkul kıymetlerin kurlarında yaşanan düşüşler üretim sürecinden kopuk mali krizleri beraberinde getirmiştir.

6) Krizin faturası emekçi sınıflara çıkarılır. Fabrikalardan ve diğer iş yerlerinden kitlesel işten çıkarmalara gidilir. Yığınlarca işçi işsiz kalır. Ayrıca maaşlar düşürülür, elde edilen sosyal haklar gasp edilir, kesintilere gidilir. İşsizlik parası düşürülür, sosyal yardımda kısıtlamalar yapılır. İş koşulları kapitalistlerin lehine yeniden düzenlenir. Böylece krizin yarattığı tahribat ve bedeli mavi yakalı ve beyaz yakalı emekçi katmanlara mal edilir.

Çürümüş, Can Çekişen Emperyalizm ve Pazarları Miadını Tamamlıyor

Genel hatlarıyla değinmeye çalıştığımız durum bugün çok daha katmerli boyutlara tırmanmıştır. Mevcut durum gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkelerle sınırlı değil. Beraberinde mevcut sorunlar ve kriz furyası daha geri sosyo-ekonomik yapıya sahip pazarlarda da söz konusudur. Hatta uluslararası finans kapitalin yarattığı sorunların külfeti bağımlı ve pazar durumundaki ülkelerde çok daha üst boyutlardadır. Nitekim mevcut süreçte bu durum net bir şekilde kendisini göstermektedir. Buna daha net olarak aşağıda değineceğiz.

Günümüzün mevcut durumu, oluşan sorunların üstesinden gelinemeyen bir zamana tekabül ediyor. Öyle ki içinde bulunduğumuz dönemde sorunlar kulvarından ve girilen girdaptan çıkılamıyor. Devletler ve politik iktidarların yer aldıkları sistem sanki labirenti andırıyor. Çıkış yolu bulunamıyor. Emperyalist ülkelerden, geri bıraktırılmış ülkelere kadar, girilen sorunlar yumağı bir türlü daralmıyor, tersine giderek büyüyor. İşçiler ve emekçi halklara her geçen gün ağır yükler yükleniyor. Ücretlerin düşürülmesi, sosyal hakların kesintiye uğraması, maaşların alım gücünün düşürülmesi, yeni ek vergiler getirilmesi, taşeron ve güvencesiz çalışma tarzının öne çıkarılması, işsizliğin çığ gibi artması, gençlik kesiminin giderek üretim dışında kalması gibi sorunlar giderek daha üst boyutlara tırmanıyor.

Elbette ki bu durum sınıf çelişkilerinin keskinleşmesini beraberinde getiriyor. Öyle ki uluslararası işçi sınıfı ve dünya halkları artık kendilerine yüklenen yükün ağırlığına karşı yığınlar halinde meydanlara dökülerek tepkilerini ve öfkelerini daha açıktan dile getiriyorlar. Bunun sonucu köhnemiş ve çürümüş düzenin külfetine karşı artık başkaldırıyorlar. Böylece mevcut konjonktür gelişen sınıf sömürüsüne ve politik baskılara karşı halkları sistem karşıtı isyana itiyor… Başta Latin Amerika ve Ortadoğu olmak üzere dünyanın birçok yöresinde emekçiler ve tüm halk katmanları ayaklanıyorlar…

Günümüzün bu mevcut durumuna geçmeden önce sorunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından geçmişin istikrarlı döneminden günümüzün külfetli ve müzmin dönemine nasıl gelindiğine kısaca değinmekte yarar vardır.

Uluslararası kapitalizmin geçmişinde istikrarla krizin iç içe olduğunu vurgulamıştık. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı bittikten sonra ABD emperyalizmi dışında başta Avrupa kapitalizmi olmak üzere uluslararası emperyalist sistem tahrip olmuştu. Sistemin iç yapısı ve işlerliği adeta yıkıma uğramıştı. Dolayısıyla savaş sonrası Almanya, İtalya, Japonya gibi mağlup emperyalist devletlerle beraber, İngiltere, Fransa gibi galip devletlerin yapıları bile harap olmuştu. Fabrikalar, işletmeler, bankalar ve diğer işyerleriyle birlikte uluslararası tekeller, karteller, tröstler iflas etmişlerdi. Ayrıca evler, okullar, yollar vb. kamusal yerler de yerle bir olmuştu. Ekonomik, mali ve sosyal yapı büyük bir darbe almış, sermaye buharlaşmıştı. Dolayısıyla böylesi bir durumda kendi iç yapılarının yeniden inşasına ve onarımına giden bu devletler geçmişte sahip oldukları pazarların önemli bölümünü ABD emperyalizmine devrederler. Böylece ABD dünyaya hükmeden devlet olur.

Kapitalizmin onarımı beraberinde istikrarlı ve üretken bir süreci beraberinde getirdi. Genişletilmiş yeniden üretim süreci hızlı bir şekilde işletildi ve hızla sermaye birikimi oluşturuldu. İşçi sınıfı aktif olarak üretimde yer aldı. İşsizlik hemen hemen yok gibiydi. Hatta işçi boşluğunu gidermek için Avrupa ülkelerine geri bıraktırılmış ülkelerden yabancı işçi getirdiler. Bu istikrarlı süreçte işçiler sosyal haklara sahip olurlar. Ücretlerin alım gücü günümüze kıyasla yüksektir. Kısacası emperyalizmin ekonomik yapısının yeniden onarıldığı bu süreç kapitalizmin en uzun süreli istikrarlı süreciydi.

Bu dönemde uygulamaya konan ünlü ekonomist Keynes’in ekonomi-politikasıydı. İthal ikameci model olarak adlandırdıkları istikrarlı bu süreç 30 yıl kadar sürdü. Diğer bir deyimle kapitalizmin onarımı 30 yılı aldı ve tarihinin en uzun istihdamlı ve düzenli dönemini yaşadı. Genelde ve ortalama olarak tarihinde 6, 7, 8, 9, 10 sene süren istikrar döneminin böylesine uzun sürmesi, II. Paylaşım Savaşı’nda sistemin yerle bir olması ve sermayenin buharlaşmasının sonucuydu.

Nitekim 1929-1933 krizi sonrası Keynes’in ekonomi politikası 6 yıl uygulanmıştı.  Yani kısa sürmüş ve 1939 ekonomik ve siyasi krizini ve II. Paylaşım Savaşı’nı önleyememişti. Savaş sonrası aynı modelin uygulandığı koşullar -Amerika dışında- uluslararası sistemin yerle bir olduğu ve yeniden inşa edildiği koşullardır. Keynes politikasının pazarlar üzerinde uygulamaya soktuğu ithal ikameci modelin uzun sürmesi bunun sonucuydu.

Ancak kapitalizmin yapısında istikrarlı dönemle beraber kriz dönemi de vardır. Sistemin bu iki unsuru iç içedir. Nitekim 1970’lerin ortalarına kadar uluslararası kapitalizmde nispi artı-değer sömürüsü giderek artmış ama bir yerden sonra üretilen meta-sermayenin, dolaşım sürecindeki para sermayeye dönüşmesi ve artı-değerin gerçekleşmesi önünde engel teşkil etmeye başlamış ve bu döngü içerisinde giderek büyüyen sermayenin organik bileşiminde oluşan kar oranında düşüş, beraberinde aşırı üretim krizini ve aşırı sermaye birikimini beraberinde getirmiştir. Bu döngü içerisinde oluşan 1973-1974 krizi baş göstermiştir.

Kapitalizmin Krizine Çözüm: Neoliberal Politikalar

Petrol krizi denilen bu süreçle kapanan fabrikalar, ticari yerler, bankalar olur. Diğer taraftan işsizlik baş gösterir. Genişletilmiş yeniden üretimde durgunluk olur. Tüm bunların sonucu birçok tekellere ait fabrikalar ve bankalar ülkeleri dışında, başka ülkelere, uluslararası piyasalara taşınır ve yeni kazanç alanları yaratırlar. Ancak bu kriz aşırı-üretim kriziyle (reel kriz) sınırlı kalmamıştır. Mali kriz de oluşur. Ellerinde üretim süreci dışına taşan atıl sermaye vardır. Bunun sonucu kapitalizm tarihinde ilk kez emperyalist ülkeler dışında, bağımlı yarı-sömürge ülkelerde de borsa açılması ve ellerindeki spekülatif sermayeyi bu borsalara taşıma kararı alınır.

Nitekim 12 Eylül 1980 darbesi sonrası, Türkiye Olağanüstü Genel Kurul Toplantıları kararlarıyla alınan borsa kararı 1985 sonunda yerine getirilmiştir. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası 1985’in aralık ayında kurulmuştur. Birçok ülkede de borsa üzerinden spekülatif piyasalar açılır. Emperyalist ülkeler ellerinde kalan hisse senetlerini, tahvilleri, bonoları bu yeni açılan borsalara, spekülatif piyasalara sürerler.

Bu kararlar neo-liberalizm kisvesiyle ABD-İngiltere öncülüğünde alınır ve genel olarak dünya çapında uygulamaya konur. Bilindiği gibi Türkiye’deki 12 Eylül Askeri Faşist darbesinin bir amacı 12 Eylül öncesi Türkiye’de devrimci mücadeleyi yenilgiye uğratmak, devrimci durumu aşağı çekmek ve kısmi de olsa istikrar sağlamaktı; nitekim bunda hedeflerine ulaşmışlardır. Buna bağlı olarak da diğer hedef neo-liberalizm kararını Türkiye somutunda uygulamaya sokmaktı. Nitekim 24 Ocak 1980’de alınan karar 12 Eylül 1980 darbesiyle yerine getirilebilmiştir. 

Bu uluslararası emperyalist neo-liberalizm politikaları Latin-Amerika, Asya, Afrika gibi ülkelerde de darbeler yapılarak uygulamaya konmuştur. Nitekim uluslararası alınan kararlar ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel vb. alanlarda giderek ağırlaştırılmıştır. Amaçları düşen kâr oranlarını tekrar yükseltmek, sermayenin dolaşım hızı ve hareketi önündeki geçmişteki kısıtlamaları tümden kaldırmak ve bulundukları ülkelerin zenginliklerini tümden sermayeye peşkeş çekmek, süresiz iş sözleşmesi zorunluluğunu kaldırmak ve geçmişte verilen haklara el koymak, işçilere ve sermaye ihraç ettikleri ülke halkları üzerindeki sömürüyü artırmak, işçilerin haklarını arama ve pazarlık yapma imkanlarını iyice zayıflatmak, sendikal örgütlenmeyi zorlaştırmak ve mümkün mertebe kendi denetimlerine almak, geri bıraktırılmış ülkeleri daha bağımlı kılmak, onların zenginliklerini daha yağmalamak, emekçi sınıflar lehine olan tüm hakları  gasp etmek  gibi amaçlarla saldırı furyası başlatmışlardır.

Hem emperyalist ülkelerde hem de bağımlı ülkelerde neo-liberalizm döneminde alınan esnek-üretim tarzı ve esnek-para politikası kararları ile sömürü, gasp ve talan daha hızlandırılmıştır. İşçiler birbirinden kopuk çalıştırılmış, ücretler düşürülmüş ve giderek taşeron çalışma tarzı öne çıkarılmıştır. Yeni işe girenlerin geçmişte kazandıkları sosyal haklar ve iş güvencesi iyice törpülenmiştir. Esnek para politikası ile geri kalmış ülkelere çok daha çabuk girip-çıkmışlardır. Her türlü piyasadan gelen kârın aslan payını esnek para politikası ile almışlardır. Kısacası sermaye ihracında rantiye unsurunu daha öne çıkarmış, pazarların borsalarına da hakim olmuş, sıcak para ile girdikleri bağımlı ülkeleri daha katmerli sömürüye tabi kılmışlardır.

Tüm bunlar işçi sınıfının ve halkların sömürüsünün daha artırılması, işsizliğin daha tırmanması, elde edilen hakların lağvedilmesi, işçiyi güvencesiz bırakma pahasına yapılır. Nitekim neo-liberalizm sorunlara çözüm getirmediği gibi işçi sınıfı ve halklar üzerindeki külfeti daha katmerli boyutlara tırmandırır. 

Sömürü mekanizmasının giderek tırmandırılması belki tekellerin, holdinglerin, bankaların, pazarlardaki kompradorların kar hadlerini yükseltmiştir. Ama ne pahasına!.. İşçilerin ve tüm dünya halklarının daha sömürülmesi, geçmişteki haklarından men edilmesi, işsiz kalması, daha yoksullaşması, giderek evsiz barksız kalmaları, bağımlı ülkelerde açlığın giderek kitleselleşmesi pahasına…

Bu durum emekçilerin, halkların alım gücünü iyice düşürmüştür. Burjuvazinin devleti bu minvalde aldığı kararlarla sorunlara kapitalizmin kendi sınırları içinde çözüm getiremediği gibi, sorunlara sebep teşkil etmiştir.

Kapitalizm Krizini Aşamıyor, Halklar İsyan Ediyor!

Baş gösteren bu sorunlar giderek yapısal boyutlar almıştır. Sistemin ekonomik, mali, siyasi alanlarında oluşan çatlaklar onarılamadığı gibi derin bir krizin maddi koşullarını oluşturur. Nitekim bunun sonucu 2007-2008 krizi patlak verir. Amerika’nın Mortgage piyasalarında patlak veren mali kriz hızla tüm dünyaya yansır. Beraberinde reel kriz de derinleşir. Avrupa’da Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya gibi ülkelerle, Asya’daki Japonya, Çin, Rusya gibi emperyalist ülkelere kadar yayılır. Bağımlı ülkeleri de derinden etkileyen Mortgage Krizi, geçen yüzyılın 1929 Şikago krizinden sonra patlak veren en büyük krizdir.

Kriz varlığını devam ettirmektedir. Sistem ve egemen güçler krizin üstesinden gelememişlerdir. Aşırı-üretim ve mali-kriz tüm belirtileriyle ve tahribatlarıyla devam etmektedir. Emperyalist ülkelerde ve bağımlı ülkelerde krizin göstergeleri açıkça ortadır. Öyle ki emperyalist ülkelerde işsizlik, yoksulluk, açlık, düşük ücretler, kesintiler, getirilen ek vergiler vb. kriz faturaları günbegün artmaktadır. Güvencesiz ve taşeron çalışma tarzı giderek öne çıkarılmaktadır.

Toplumun en enerjik, en dinamik kesimini oluşturan gençlik kapitalizmin günümüzdeki mevcut sorunlarından en etkilenen kesimi oluşturuyor. Ayrıca kadın emekçiler de bu tahribattan aynı düzede etkileniyor. Artık Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya başta olmak üzere, bu emperyalist ülkelerde geçmişte oluşturulan işçi aristokrasisi katmanı iyice zayıflamıştır. Artık bu emperyalist ülkelerdeki mevcut devletler ülkeleri eskisi gibi yönetemiyorlar. Giderek faşizan yasalar çıkarılıyor, sorunun nedeni göçmen işçiler gösterilerek gerçekler çarpıtılıyor. Her şeye karşın bu ülkenin işçileri, gençleri, kadınları mevcut yönetimlere karşı güvensizliklerini, öfkelerini ve tepkilerini yansıtmaktan geri kalmamışlardır.

Nitekim son yıllarda Fransa, Amerika, İngiltere, İtalya, Almanya, Avusturya gibi dünyanın en zengin ülkeleriyle, İspanya, Yunanistan, Portekiz, Polonya, vb. Avrupa ülkelerinde sık sık olan kitle gösterileri ve başkaldırıların önümüzdeki dönemlerde de olacağını ve giderek daha ivme kazanacağını gösteriyor.

Bu ülkelerle birlikte bağımlı ülke halkları da ayaklanıyorlar. Bağımlı ülke halklarının durumu emperyalist metropollere oranla daha kötü durumdadır. Öyle ki kendilerine dayatılan koşullarda yaşamaları söz konusu değildir. Neo liberalizmle köylerden şehirlere göç ettirilen bu ülke halklarının mevcut konjonktürde şehirlerde yaşamaları onlar için hiç de kolay değildir. Sistemin yarattığı tahribatın önemli bölümü emperyalizme bağımlı ülke halklarına mal ediliyor. Sömüren, zulmeden, katleden devletlerin giderek artan baskı ve tahakkümü halkları sokaklara döküyor. Bunun sonucu Şili’de, Bolivya’da, Kolombiya’da, Uruguay’da, Haiti’de, Ekvador’da ezilen, sömürülen ve zulmedilen halk yığınları sokaklara çıkarak devletlerine karşı başkaldırmışlardır. Yüzlerce kişi devletler tarafından katledilmişlerdir.

Ve yine Ortadoğu’da da Rojava, İran, Irak, Lübnan, Azerbaycan’da ezilen halklar da artan baskı ve tahakkümlere, doruğa çıkarılan sömürüye ve saldırılara karşı ayaklanmışlardır. Öyle ki topraklarından petrol çıkarılan bu ülke halkları giderek yoksullaşıyor, düşük ücretlerle çalıştırılıyor, hatta bazı halk katmanlarına maaşları ödenmiyor, köylüler de bu sömürüden nasiplerini alıyorlar. Gözü dönmüş emperyalistlerin ve uşaklarının yağmaları, zulümleri, katliamları ve soykırım saldırıları karşısında bu yöre halkları boyun eğmemiş ve ayaklanmalarla yanıt vermişler.

Daha yakın dönemlerde Mısır’da, Tunus’ta, Türkiye’de, Brezilya’da, Sudan’da, Endonezya’da vb. halkların başkaldırılarını takiben peşi sıra gelen son isyanlar emperyalizmin ve bağımlı kıldığı pazarların temellerinin nasıl bir sarsıntı içinde olduğunun da göstergesidir. Çürümüş emperyalizm can çekişiyor. Bağımlı yarı-sömürgelerin bağırlarındaki çatlaklar giderek daha büyüyor. Ezenler, sömürenler, katledilenler tarihlerinde böylesine peşi sıra ve topluca, ardardarda ayaklanmalarla karşılamışlardır… Bunun sonucu dünyayı sömüren, baskı ve tahakküm altında tutan güçler şoke olmuş durumdalar.

Ezen, sömüren, katleden sistemin temelleri sarsılıyor, miadını tamamlıyor. Bu nesnel durum içinde bulunduğumuz bu durumu gösteriyor.

Lakin bu nesnel koşullara karşın eksiklik öznel koşulların boşluğudur. Sorun buradadır. Her ne kadar Hindistan, Filipinler vb.  bazı ülkelerde oluşturulan öncü müfrezeler önderlik misyonunu oynayarak devrimin öznel koşullarını oluşturuyorlarsa da; ülkelerin çoğunluğunda bu rolü oynayacak gücün eksikliği ve var olan güçlerin henüz tarihsel görevlerini yeterince oynayamadıkları gerçeği de görmezden gelinemez. Devrimin nesnel koşulları belirleyici olsa da öznel koşullar oluşturulmadan devrim gerçekleştirilemez. Ancak objektif koşulların gelişmesi de öznel gücün koşullarını olgunlaştırır. Diyalektiğin bu yasası da görmezden gelinmemelidir. Olmayan alanlarda eninde sonunda öncü müfrezeler oluşacak, zayıf olduğu alanlarda daha gelişecek ve görevini yerine getirecektir.

Bundan kimsenin kuşkusu olmasın! Çünkü “tarih sınıf mücadeleleri tarihidir!”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu