Kadın

Kadın tutsakların sesi, soluğu, çığlığı olmak…

OHAL ile birlikte hapishanelerde var olan hak ihlallerine her gün bir yenisi daha eklenirken, kuşkusuz kadın tutsaklara “özel” bir saldırı konsepti mevcut. Cinsiyeti erkek olan devletin saldırıları da buna göre şekillenirken, erkek devletin her kurumu bu saldırıları üretiyor. Hatırlanacağı üzere 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hapishaneler, cinsel şiddetin işkence aracı olarak kullanıldığı alanlar olmuştu. İktidarını erkek anlayışla sağlamlaştırmaya çalışan devlet, “Önce kadınları vurun” anlayışıyla dışarıda-içeride kadınlara özel olarak yönelmektedir. Bu yönelim esas olarak kadın bilincinedir. Kadın kimliğini yok sayan ve katlederek, şiddetin her türlüsünü uygulayarak, emeği sömürerek kadınların var olan cendereden dışarı çıkışını engellemeye çalışan erkek egemen anlayış, yaşamın her alanında kendini ortaya koyarak kadın bilincini köreltmeye çalışmaktadır.

Evde, sokakta, fabrikada, okulda, kadına yönelik saldırılarını sürdüren erkek egemen anlayışın saldırılarını en çok yoğunlaştırdığı alanlardan birisi de hapishaneler… Başlı başına bir şiddet aracı ve mekânı olan hapishanelerde, kadınlar ve LGBTİ’ler, heteroseksist ve erkek devletin saldırıları ile birebir yüzyüze kalıyorlar. Bunun iki örneği bugün yakıcı olarak karşımızda duruyor.

Silivri Hapishanesi bu örneklerden birisi… Silivri’de tüm hakları gasp edilen kadın tutsaklar yoğun bir tecrit altında tutuluyor. Keyfi bir biçimde telefon, ziyaret, sohbet, spor vb. hakları engellenirken; dışarıdan gelen yayın-kitap vs. dahi verilmiyor. Kadın tutsakların kaldığı bloklara erkek personelin girmesi yasakken, banyolarına varana kadar tüm yaşam alanları kameralarla ve erkek gardiyanlarca gözetleniyor, taciz ediliyorlar. Gardiyanların fiili-fiziki, psikolojik ve cinsel kimliğine yönelik taciz ve saldırılarına maruz kalıyorlar. Devrimci kadınlara yönelik bu cinsel şiddet ve tecrit saldırıları, toplumsal cinsiyet rolleri ile yüzleşen ve buna karşı mücadele yürüten kadınlara egemenlerin verdiği mesaj niteliğini taşırken trans mahpus Esra Arıkan ise heteroseksist ve erkek devletin anlayışının en somut örneği.  Yazdığı mektupla tutuklu bulunduğu Eskişehir H Tipi Hapishane’de işkence gördüğünü belirten Esra, tek başına bir hücrede tutulurken telefonla görüşme hakkından da yararlanamıyor. Esra’nın geçiş süreci için gerekli ameliyatları yapılmıyor ve estetiklerini yaptıramıyor. 10 yıldır tekli hücrede tutulan Esra Arıkan, meme estetiği olmadığı gerekçesiyle gardiyanların taciz ve alaycı söylemlerine maruz kaldığını söylüyor. Son olarak 4 saat boyunca domuz bağı ile işkence yapılan Esra, trans tutsaklara yönelik bütün saldırıları somutlamaktadır.

Hapishanelerdeki bu saldırılar, devletin erkek egemen anlayışını tekrar gözler önüne sererken, bizlere düşen tıpkı dışarıda olduğu gibi içerideki kadınlarla dayanışmayı örmek, onların sesi olmak… Kadın tutsakların sesi, soluğu, çığlığı olmak bugün en elzem ihtiyaçlardan biridir. Erkek egemen anlayışın duvarları içeride ve dışarıda kadın dayanışmasıyla yıkılacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu