GüncelMakaleler

OKUR POSTASI | Zafer gerçeğin, gerçek emekçilerin ürünüdür!

Büyük şair Neruda’nın da dediği gibi “Onları evlerinde güven içinde otururken ya da Büyükelçi olarak görmek istemiyorum, burada görmek istiyorum onları, bu meydanda, bu yerde, yargılanmışlarken.”

Yaşamak, mücadele etmek ve yazmak bizler açısından büyük bir birlikteliği ifade edebiliyor. An’ın içerisinde olmak, ona müdahale etmek, onu kayıt altına alabilmek ve elbette buna dair söz söylemek… Gazetecilik tam olarak böyle bir yerde durabiliyor, ancak, küçük ama hayati bir ayrıntı var. O da kalem tutanın hangi sınıfla, hangi cephe ile ilişkilenmiş olduğu ve “sözünü” kimin için söylediğidir.

Açılması katledilen ormanlarla gündeme gelen, süren inşaat boyunca yüzlerce işçinin iş cinayetlerinde katledildiği 3. Havalimanında geçtiğimiz günlerde insanlık dışı çalışma ve yaşam koşullarına dair bir eylem gerçekleşti. İşçiler 15 maddelik çalışma koşullarına dair taleplerini iletirken savaş tatbikatlarını andıran bir abluka ve jandarma polis saldırısına maruz bırakılmıştı. Avrupa’nın en büyük havalimanı olma iddiasıyla inşa edilen inşaat boyunca yüzlerce işçinin katledildiği bir alanda oldukça yaşamsal taleplerle gerçekleştirilen bir eylemin bu kadar yoğun bir saldırıya maruz kalması bizlere iki şeyi ifade etmektedir. Biri iktidarın gerçekten yaşamsal korkusunun işçilerin hangi taleple olursa olsun eyleme geçmesi… İkincisi ise iktidarın, eylemin meşruiyetini boşa düşürmeyi hedefleyecek bir manipülasyon ordusuna güvenmesidir.

Burada iktidarın medya kuruluşları olarak nitelendirmek meseleleri iktidar cephesinden yorumlayan bir yayın çizgisini ifade eder ancak karşılaştığımız durum meselelere tamamen sınıf karşıtlıkları üzerinden ele alan bir yaklaşımdır. Biz bu yaklaşımı Yeni Akit yazarı Mehtap Yılmaz’da görebiliyoruz “Birilerinin bu itlerin kafasındaki bitleri ayıklayıp içeri tıkması lazım! Yok, benim yetkim bu itlerin bitleriyle sözcüklerle mücadele etmek! Yetkim olsa bu itlerin bitlerini tek tek ayıklar, ezerim… Bu itleri kaşındıran tahtakurularını zevkle ezerim ama yetkim yok…”

Egemenler araçları olarak kullandıkları medya kuruluşları, yargı organları, silahlı çeteleri, polisi ve jandarmasıyla… bilfiil tüm imkan ve olanaklarıyla her türlü hak talebine yönelik saldırılarını yoğunlaştırıyor. Eyleme katılan yüzlerce işçi polis tarafından gözaltına alınıyor, sendika temsilcileri tutuklanıyor. Medya; temiz barınak, güvenli ulaşım, güvenli çalışma koşulları talep eden işçileri illegal örgüt mensubu ilan ederek kriminalize etmeye, TC devletinin tüm organlarıyla yükseltmeye çalıştığı şovenizm üzerinden kitlelerin bu hukuksuzluğa karşı var olan öfkesini dindirmeye çalışıyor. Bu durum tam anlamıyla burjuvazinin çıkarlarını savunmak adına kenetlenmiş bir çizgiyi temsil ediyorken; burjuvazinin kalemşörlüğüne soyunan, işçilere yönelik saldırılara maddi zemin hazırlamayı kendine görev bilmiş bir çizgiden başka bir pratik beklemek iyi niyet temennisinden fazlası olmazdı.

Ezen sınıf açısından durum böyleyken bizlerin cephesinden gerçekleri ortaya koymak kitleleri gerçeklerle buluşturmak sınıf mücadelesinin andaki sorumluklarından birisi olarak karşımızda duruyor. Bu sorumluluğun hem nicel hem nitel olarak ne düzeyde gerçekleştirilebildiğine dair farklı tartışmalar yürütülebilinir. Ancak andaki durum bizler açısından oldukça berraktır.

Bir tarafta insanlık dışı koşullarda çalışan işçiler vardır, bir tarafta tüm zor aygıtlarıyla saldıran burjuvazi gerçeği… Bir tarafta hak taleplerini 15 madde ile somutlayan, insanca yaşam ve çalışma koşulları talep eden işçiler bir tarafta komplo teorileri ve yalanlar üzerinden kamuoyunun desteğini engellemeyi hedefleyen burjuva medya kalemşörler…

Gerçeklerin üzerine gitmeli, birlikte keşfetmeli, birlikte değiştirmeliyiz. Bugün işçilere bu “sendikalı”, bu “Kürt”, bu “Alevi” denilerek kimlikleri üzerinden çatışma yaratmak isteyenler bilmelidirler ki işçiler birbirlerini ellerinden tanımaktadırlar. İnsanlık dışı çalışma koşullarında vücutlarında ortaya çıkan bitlerden birbirlerini tanımaktadırlar… Bu tanıma hali örgütlü güce dönüştüğünde olacaklardan duydukları korkudur onları tüm bunlara iten…

Büyük şair Neruda’nın da dediği gibi “Onları evlerinde güven içinde otururken ya da Büyükelçi olarak görmek istemiyorum, burada görmek istiyorum onları, bu meydanda, bu yerde, yargılanmışlarken.”

Bir Özgür Gelecek Okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu