GüncelManşet

Karadeniz’in sularında “meçhul” edilmeye çalışılanlar üzerine…

Devletin Osmanlı’dan bu yana sürdürmüş olduğu geleneklerden biri faili meçhul diye adlandırılan cinayetler, katliamlardır. Osmanlı döneminden bugüne, günümüze devletin vazgeçilmez yöntemi faili mehçul cinayetler, özellikle devrimci, yurtsever ve devlete muhalif duran kesimlere karşı kullanılmıştır. Genellikle iktidardaki egemen kliğin dolaylı yoldan işlediği cinayetlerin üstü bir şekilde örtülmüştür. Tarihte bu şekilde katliama uğrayanların en bilineni Türkiye’nin komünist önderlerinden Mustafa Suphi ve yoldaşlarıdır. Mustafa Suphi, sonrasında birçok devrimci önderin yaşamı ve mücadelesinde örnek ve önderlik teşkil etmiştir. Ülkedeki sınıfsal mücadelenin örgütlü bir şekilde ilk olarak tohumlarını atan Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı, faili meçhul denilerek devletin katliamına kurban edilmiştir.

                                        

Mustafa Suphi kimdir?

Mustafa Suphi, 1883 yılında Giresun’da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitimini gördükten sonra, Paris’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde eğitimine devam etmiştir. Burada yaşadığı yıllarda İfham gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yapmıştır. Devrimci pratiği dışında gazeteci kimliğiyle de ön plana çıkan Suphi, Moskova’ya yaşadığı yıllarda Yeni Dünya gazetesini de çıkarmıştır. Ekim Devrimi tüm dünyayı olduğu gibi Mustafa Suphi’yi de etkilemiş ve 1917’nin Ekim ayında Moskova’ya gitmiştir. Burada faaliyetlerine devam etmiş, 1. Türk sol, sosyalistleri ile 1. Müslüman komünistlerin kongrelerinin yapılmasına ön ayak olmuştur. Devrimcilik yaşamındaki pratiğini teorileştirip bir dönemin başlangıcını yapmış, Bakü’de Türkiye Komünist Partisi’ni (TKP) kurmuştur. Yapmış oldukları pratik, TDH’ye adeta yön vermiştir. Başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere sonrasında gelen devrimci önderler Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kurduğu TKP’nin devamcısı olduklarını beyan etmişlerdir.

Mustafa Suphiler 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında mücadelelerini Türkiye topraklarına taşımak için Türkiye’ye giriş yapmışlardır. 10 Eylül 1920’de kurdukları partinin yasal zeminin oluşturmak için Anadolu’ya geçerler. Burada bir süre Kars’ta kalarak çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Buradan Erzurum, üzerinden Ankara’ya geçmek için harekete geçen devrimciler, Erzurum’a 22 Ocak’ta varmışlar, ancak şehre alınmayıp, İnegöl’e ya da Trabzon’a gitmelerini söylenmiştir kendilerine. Trabzon’a gittiklerinde, onları Kazım Karabekir ve askerleri karşılamış, Mustafa Kemal ile iştiare etmeye geldiklerini söyleseler de, Karabekir’in emrinde çalışan çetelerle Suphi ve yoldaşları limana yönlendirilmişlerdir.

15 komünist Topal Osman’ın çetecileri Kahya Yahya tarafından katledilirler. Trabzon’da yapılan katliamın ardından Sovyetler, Türkiye’ye olay örgüsünü sorduğunda, “bir deniz kazasında öldükleri” cevabını alır ve faşizm çiçeği burnunda TC devleti tarafından olayın üstünü bu şekilde örter. 15 komünistin katliamının ardından, faili meçhul cinayetler işlenmeye devam eder. Katliamı gerçekleştiren maşa Kahya Yahya, efendisi Topal Osman tarafından öldürülür, Topal Osman ise kendisini tutuklamaya gelen askerlerle girdiği çatışmadı can verir. Suphi ve yoldaşlarının katliamı maşaların ortadan kaldırılması ile tarihe gömülüp, komünist hareket TC devletinin faşist argümanlarınca zehirlenmeye çalışılır.

Faili meçhul cinayetler ideolojiktir

Suphi ve yoldaşlarının katliamı genellikle bireyler üzerinden tartışılmıştır. Ancak bilinen bir gerçek var ki yaşanan neredeyse tüm faili meçhuller o dönemki hükümetler tarafından gerçekleştirilir. Özellikle yaşanan katliam siyasi bir içerik taşıyorsa, planlı ve programlı şeklinde hayata geçirilir. Tarihsel olarak bakıldığında bu tür katliamlar tek başına dönem hükümetleriyle ilişkilendirilemez.

Bahsi geçen katliamda Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ideolojik duruşları dönemin hükümetiyle ters bir şekilde seyretmektedir. Bakıldığında Mustafa Kemal, emperyalizme savaş açıp sözde kurtuluş sağlayıp ülkeye bağımsızlık getirildiği söylenir. Ancak gerçeğin böyle olmadığı açıktır. Emperyalizm yeni dönemde şekil değiştirmiş, fiilen işgali bırakmış, gelişmekte olan ülkelere sermaye ihracı yapıp ülkeleri yarı sömürge boyutuna getirmeye başlamıştır. Böylesi bir dönemde Türkiye de benzer bir şekilde sözde bağımsızlığı kazanıp aslında ülke ekonomisini tamamen yabancı sermayeye bağımlı bir hal almıştır.

Suphi ve yoldaşları Ekim Devrimi’nden sonra TKP’yi kurup ülkede ekonomik bir bağımsızlığa yani üretimi millileştirmeye çalışacağından Mustafa Kemal ve bir dizi emperyalistlerin politikalarıyla ters düşeceği açıktı. Bunun farkında olan M. Kemal de çeteleri aracılığıyla 15 komünisti katletmiştir. Katliamda adı geçen Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’in yakın kurmaylarındandır. Topal Osman, Kazım Karabekir’in çetecisi olarak birçok katliama imza atmış, özellikle İzmir’in işgal edildiği dönemde Müslüman ve Türk olmayıp sürgün edilenlere uyguladığı mezalimle kendisinden söz ettirmiştir. Kahya Yahya’nın da Topal Osman’ın maşası olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu örgü içerisinde bu katliamın Mustafa Kemal tarafından gerçekleştirildiği ve devletin adına “faili meçhul” dediği katliamın failinin hiç de meçhul olmadığı ortadadır.

Devletin faili meçhul cinayetleri kullandığı dönemleri incelersek sınıf mücadelesinin yükselişte olduğu dönemler gözümüze çarpacaktır. Bakıldığında 15 komünistin katliamı yapıldığı dönem öncesi Ekim Devrimi gerçekleşmiş ve devrim tüm dünyayı sarsmıştır. Ekim Devrimi’nden gelen dalga tüm dünyayı etkilediği gibi ülkemizi de etkilemiş ve o dönemin ardından Suphi ve yoldaşları büyük bir atılımın içerisine girmişlerdir. Bu atılımın ülke işçi sınıfını ve ezilen kesimleri derinden etkileyeceğini bilen Türk hakim sınıfları faili meçhul cinayetlere başvurarak bunun önünü almaya çabalamıştır.

80’ler ve özellikle de 90’lar da benzer bir süreçle karşılaşılmaktadır. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’na karşı güçlü bir şekilde başkaldıran devrimci dinamikler ve Kürt ulusal özgürlük hareketinin kadroları, halkla bağlantı kurduğu yerel dinamikler hedef alınmış; sokak ortasında kaçırılma, gözaltına alınmasına karşın bunun kabul edilmeyerek işkence ile katledilmeler, sokak ortasında infazlar, asit kuyularında toplu katliamlar… Tüm bunlar faili belirsizleştirilme çabası içinde yükselen devrimci dinamiklerin bastırılmasını hedefleyen bir politikanın ürünü olarak ortaya serilmiş; devrimciler, yurtseverler, aydınlar, yazarlar, gazeteciler bu politikanın hedefi olarak belirlenmişlerdir.

Keza dönemin başbakanlarından Tansu Çiller’in “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yla olduğu gibi, PKK’ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir” sözlerinin ardından kanlı bir süreç başlamış, bu liste bahsi geçenlerle sınırlı kalmamıştır. 14 Ocak 1994’te Behçet Cantürk’le başlayan, 25 Şubat’ta Avukat Yusuf Ziya Ekinci ile devam eden o cinayet dizisinde tanınmış pek çok Kürt katledilmişti.

Türkiye hakim sınıflarının en temel ve küçük demokrasi meselelerinde bile adım atmamaktaki faşist dirençleri 100 yıllık bir TC devlet geleneği ile ortadayken devletin bu faili meçhulleri açıklaması elbette beklenemez. Kuşkusuz Mustafa Suphi ve yoldaşlarının akıbeti de bu karakterde bir devlet tarafından açıklanabilir değildir. Ancak bu demek değildir ki, faili meçhul isimli bu devlet politikasına karşı verilen mücadeleler anlamsız ve yersizdir. Devletin faşist kimliğinin teşhiri açısından bu katliamlar ve cinayetler gündemdeki varlığını her vakit korumalı, devletin unutturma ve sindirme çabaları boşa çıkarılmalıdır.

Diğer yandan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının akıbetini ortaya çıkaracak olanın onların ülke topraklarına adım atmasına neden olan devrim ve komünizm mücadelesinin güçlendirilmesi ve komünist öznelerin devrimci dinamiklerle buluşturulması, kaynaştırılması olacağını unutmamak gerekir. Ocak ayında şehit düşen devrimci önderlerin; proletarya partisinin ve komünizm davası şehitlerinin anısı bunu gerektirmektedir. Karadeniz’in azgın sularında “meçhul” edilmeye çalışılan esasta budur!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu