Güncel

MAKALE | Faşizm Sadece Yöntem Değiştiriyor, Katledilenler de Katil de Aynı!

İçerisinden geçtiğimiz ve faşizmin had safhaya yükseldiği bu süreç daha önceki dönemlerde yaşanan olayların bir nevi tekrarlarının yaşandığı bir dönem ve bütün bu yaşananlar, esasında devletin ve iktidarın ne denli pervasızlaşabileceğini hatırlamamıza ön ayak oluyor.

Bismil’den Cizre’ye, Nusaybin’den Silopi’ye bütün Kuzey Kürdistan’ı saran sindirme, kaybetme ve katletme politikalarının bir sembolü haline gelmiş ve tanıkları tarafından çokça kez dillendirilmiş olan Beyaz Toros hikayeleri hala bahsi her geçtiğinde tarihin yüz karalarından biri olarak anımsanmaktadır. O dönemde insanlar Beyaz Toroslarla önü kesilerek taranıyor, taranmadıysa kaçırılıp birkaç gün sonra cesedi boş bir arazide gömülü diye ailesine haber geliyor veya “merak etme güvendesin” denilerek kaybediliyor. Bunlar 90’ların sembol haline gelmiş olan işkence ve katletme yöntemlerinden. Peki ya 2000’ler? Bir akrebin arkasında ölü bedeni sürüklenen Hacı Lokman Birlik, çıplak bedeni teşhir edilen Ekin Wan, öldükten sonra kokmasın diye buzdolabında saklanan Cemile ve nicesi. Daha yakın tarihe gelecek olursak Kürtçe konuştuğu için darp edilen asker, Kürt olduğu için darp edilen, hakarete uğrayan mevsimlik işçiler… Bu listenin daha fazla uzatılabileceği hepimizin malumu. Ancak sadece birkaç örnek dahi olayın vahametini ortalığa döküyor. Burada işkencenin veya katletmenin ne yöntemle yapıldığı sadece vicdani, etik olarak sorgulanabilecek bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Kürtler katlediliyor, ya helikopterden atılarak ya akrep arkasında sürüklenerek ya da kurşunlanarak. Servet Turgut ve Osman Şiban kör gözlerin bile görebileceği şekilde işkenceye maruz bırakılmışlar. Hikayeyi hatırlayacak olursak, 11 Eylül’de Van’ın Çatak ilçesinde operasyona çıkan askerler tarafından gözaltına alınıp kaçırılıyorlar ve birkaç gün sonra hastanede, yoğun bakım ünitesinde oldukları ortaya çıkıyor. Kendileri helikopterden atıldıklarını ifade ediyorlar. Ki bu durum hastane raporlarında da doğrulanıyor ve raporda “yüksekten düşme” ifadesi yer alıyor. Van Valiliği ise yaptığı açıklamada, şüphelilerden birinin kaçarken kayalık alanda düştüğü iddiasında bulunuyor. Düştü, kendini attı, intihar etti gibi çarpıtmalar da yabancısı olduğumuz söylemler değil elbette ki. Ancak sanıyoruz ki kendi yandaşları ve sivil faşistler dışında bu senaryolarına inanabilen kimse kalmış değil. Kendi safsatalarına sadece kendileri inanır durumdalar.

Ölenler öldükleriyle kalmıştı…

Devlet erki tarafından “Biz öyle işkence etmedik şöyle işkence ettik” minvalinde açıklamalar yapılmaya yüz tutmuş ve bütün bu insanlık suçu teşkil eden saldırılar cezasız bırakılıp sivil faşistler teşvik edilirken, ölenler öldükleriyle kalıyor. Ayrımcılığa, şiddete maruz kalanlar yaşadıklarının ağırlığını taşımaya devam ediyor. Son dönemde Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan hadiseler sürerken sivil faşistler sürece dair sorumluluklarını yerine getirmenin kıvancı ile Ermenilerin yaşadığı bölgelerde, Azerbaycan ve Türkiye bayrakları ile huzur kaçırma operasyonlarına tam gaz devam ediyor mesela. Onlara bu gazı veren TC devleti de sahada faşizmin yükselmesi adına elinden geleni yapıyor. Devlet ve mevcut temsilcileri her alanda saldırmaktan geri durmuyor. Sadece Kürt ulusunun varlığına, bireysel saldırılar ile değil siyasi soykırım ve askeri operasyonlarla da bu politikasını bütünlüklü hale getiriyor. Yine geçtiğimiz günlerde Kobanê sürecinden kalma, yıllarca bekletilen operasyon ile birçok HDP’li gözaltına alınıyor ve TC’nin mevcut durum ne olursa olsun durdurak bilmeyeceğini, gözler önüne seriyor. Ekonomisi batma seviyesinde, virüs ile mücadelede başarısız, dış politikada istikrarsız yani her açıdan kendi içinde tutarsızlıklar ve çıkmazlar barındırsa da en önemli hedefi olan Kürt ulusuna yönelmeyi aksatmadan yoluna devam ediyor. Çünkü ne açıdan başarısız olunursa olunsun bir iki “terör” operasyonu, faşistlerin öfkesini bileyebilecek ölen askerlerin haberleri ile yaşanan çoğu sorunun çözüme kavuşturulabildiği gayet açık. Elbette ki TC’nin derdi tasası salt kendini kotarmak değil Kürt ulusunun siyaset arenasında yakaladığı en ufak bir ivmeyi etkisiz hale getirmekte en önemli gündemlerinden. Kürt ulusuna ve politik hareketine yönelik bu saldırıların bizlere gösterdiği şey gayet açık; Kürt ulusuna karşı topyekûn bir savaş! Politik bir temsilci olan HDP’nin yanında muhalif olan diğer kesimlere karşı da başlatılan bir savaş. Yaratılan atmosferin vahametini anlamak hiçte zor değil. Son yapılan operasyonlarda Kars Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen’in tutuklanması ile beraber Kars Belediyesi’ne kayyum ataması yapıldı. Eş başkan Şevin Alaca ve meclis üyeleri siyasi bir kararla görevlerinden alındı. Yani son gelişmelerle beraber HDP’nin seçimlerde kazandığı tüm şehir belediyelerine kayyum atanmış oldu. Bunun yani sıra HDP’nin kazanmış olduğu 65 belediyeden 48’ine kayyum atanmış, (öncesinden de 6’sına KHK’li oldukları gerekçesiyle mazbata verilmemişti) oldu. Toplama baktığımız zaman şu anda HDP sadece 6 belediyeyi elinde bulunduruyor.

Kayyum Vali, Kars Belediyesi önünde ‘fetih namazı’ kılıyor!

Yapılan operasyonlar, iktidarın sözünü yasa olarak benimseyen mahkemelerin aldığı siyasi ve hukuka aykırı kararlar, askeri operasyonların yoğunlaşması bunların her biri, bir savaş gerçekliğinin tam ortasında bulunduğumuzu gösteriyor bizlere. İçerisinden geçtiğimiz ve faşizmin had safhaya yükseldiği bu süreç daha önceki dönemlerde yaşanan olayların bir nevi tekrarlarının yaşandığı bir dönem ve bütün bu yaşananlar, esasında devletin ve iktidarın ne denli pervasızlaşabileceğini hatırlamamıza ön ayak oluyor. Elbette ki Beyaz Toroslar da, buzdolabında saklanan ya da günlerce sokak ortasında bırakılan ölü bir beden de, çırılçıplak soyulup teşhir edilmeye çalışılan bir kadın da, hiçbiri unutulmuş değil. Ancak her yeni gün, yaşanan her gelişme eskisini unutturmasa bile iktidarın sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini göstermek açısından yüzümüze çarpıyor ve bunun bilinci ile hareket etmek toplumsal muhalefet açısından zorunlu bir hale geliyor. HDP’ye yönelen hukuksuzluklar karşısında sesini çıkaran çıkarmayan her kesim (eğer muhalefetin dinamiklerinden ise) mevcut saldırıların bir sonraki hedefi olmaya aday konumda bulunuyor.

Şam’da kılamadıkları namazın kazasını Kars’ta kılıyorlar

Bütün bu yaşananlar iktidarın sözde güç gösterilerini sahnelemek için mekan arayışında olduğunun da bir göstergesi. Yıllar önce yatsı namazını şurada kılacağız öğle namazını burada kılacağız gibi işgalci söylemlerini çokça duymuştuk mevcut iktidarın. Yayılmacı hayallerini Rojava ve Kürdistan’ın diğer parçalarında gerçekleştiremeye çalışan iktidar (ki bunun için hala çabalamaktadır) Kürt ulusuna en yakın olduğu  noktadan da saldırarak, işgalci zihniyetini Kuzey Kürdistan üzerinde gerçekleştiriyor. Kars belediyesi önünde kılınan namazın tek açıklaması bu olabilir. “Şam’da kılamadık ama sizin kalenizde kılarız” mesajını vermeye çalışıyorlar. Namazı ezdikleri, ezmeye çalıştıkları kesimler üzerinde bir iktidar aracı olarak konumlandırıyorlar. Toplumun dini inançları ile dalga geçmekten asla geri durmayan ama diğer yandan her zaman “en inançlı benim” numarası yapan iktidar foyası ortaya çıktıkça kendi yalanları içinde boğulacaktır kuşkusuz. Hırsızlık, yolsuzluk ve her türlü işkence yöntemini uygulayan iktidarın namaz ile meşrulaştırmaya çalıştığı politikaları elbette ki ellerinde patlayacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu