DerlediklerimizGüncel

Sinan Çiftyürek | Bir ülke de, tek komünist parti pratiği, 20. yy.ın realitesiydi

Bu açıdan bakıldığında biz epey bir zamandır; ÖSP III. Kongresi’nde KKP adını alma hedefi ile Ülke komünist partisi vurgusunu yapıyoruz. Bununla hedefimiz şudur; ya Kürdistan’da Marksizm içi ideolojik farklılıkları barındıran tüm komünistlerle parti de dinamik bir yer alış sağlayacağız ya da birden fazla komünist parti veya grup var olacak.

Siyaset gereği düşmana barışçıl demokratik çözüm eli uzatılıyorken Kürt neden Kürde demokrat elini uzatmıyor?” Ulusal özgürlük mücadelesi gibi en kapsayıcı ortak paydayı oluşturan meselede, Kürt siyaseti birbirine demokrat davranmalıdır diye sıkça dile getirdik.

**

Bu mesele üzerinde, sosyalizm üzerine yazdığım yazılarda ve özellikle de “Aydınlanma ve Örgüt” adlı kitabımda ayrıntılı durmuştum. Burada ÖSP III. Genel Kongresi öncesinde birkaç farklı noktayı kimi pratik örneklerle güncelleyerek kısaca belirteceğim.

I – Bir Ülke’de tek komünist partisi fikri ve pratiği 20. Yy.ın gerçeğiydi ve o günün örgütlenme sosyolojisinden kopuk de değildi. Komünist hareketin örgütlenmesi, üzerinde şekillendiği kapitalist toplumun o günkü fordist üretim tarzının tek tipçiliğinden, standartçılığından,  katı merkeziyetçiliğinden çok şey almıştı. Çok basit bir örnek;

Lenin, Stalin, Mao, Trosky, Che, Castro, Ho Chi Minh….gibi komünist liderlerin hiç birisi asker kökenden gelmedikleri halde Lenin kısmen hariç hepsi tek tip askeri kıyafeti giymekteydi. Çünkü kapitalist Fordist üretim tarzında, işçiler fabrikalarda başlarında eli kırbaçlı üretim çavuşları ile askeri hiyerarşik yapı da örgütlenmişti. Disiplin içsel değil eli kırbaçlı çavuşlar üzerinden dışsaldı vb.

Üretimde tek tipçilik, standartlaşma, katı merkeziyetçilik; komünist örgütlenmesinin yanı sıra bir ülke de tek komünist partisi fikrini de beslemişti. Öyle ki aynı ülkede birden fazla komünist parti teorik olarak ihanet ile özdeş görülüp dışlandı. Özellikle sosyalizm evresinde yani daha sosyalist devletin dolayısıyla siyasetin var olduğu koşullarda, ülkedeki tüm siyaset kadrosunun iktidardaki tek komünist parti de örgütleme zorunluluğunun mahalle baskısıyla oluşturulması, parti içerisinde birden fazla parti, grup, hizbin örgütlenmesine yol açtı. SSCB’nin yıkılmasının hemen ardından SBKP içerisinde 10’u aşkın liberal, milliyetçi, sosyal demokrat, komünist partinin anında ayrı ayrı kurulması bunun tipik örneğidir.

Sosyalist ülkelerde, teorik öngörü olarak, devletten devletsizliğe yani siyasetten siyasetsizliğe geçiş devam etseydi, dolayısıyla devlet ile birlikte komünist parti güçlenmek yerine eriseydi o zaman tek parti meselesi belki bir sorun haline dönüşmeyebilirdi. Belki diyoruz çünkü yaşamda denenmemiş bir varsayımdan söz ediyoruz. Fakat güçlenen-bürokratikleşen sosyalist devlet ile paralel komünist partide de bürokratikleşme geliştikçe ve sosyalizmden komünizme evirilme tıkandıkça, parti içerisinde birden fazla parti şekillenmeye başladı ki bu durum, bugün Çin, Vietnam, Küba, Kuzey Kore komünist partisinin de gerçeğidir.

Eğer sosyalist evrede iktidar partisinin dışında muhalif komünist parti ya da partilere de olanak tanınsaydı ne olurdu? Sorusuna yanıt kolay değil ama şunları söyleyebiliriz:

Olumlu sonuç, iktidarda yıpranan komünist partinin alternatifi muhalefetteki komünist parti olabilirdi. İktidar partisinin politikalarını yanlış bulan işçiler, halklar muhalif komünist partiye şans verebilir ve sosyalist sistem iç devinimiyle yol alabilirdi.

 

Olumsuz sonuç, komünist, sosyalist isim adı altında liberal, gerici vb. sosyalizm düşmanı partiler kurulabilirdi. Bu durumda sosyalist devletin yıkılması süreci hızlanabilirdi. İyi de SSCB’nin dağılmasıyla SBKP içerisinde birden fazla liberal, milliyetçi, sosyalist, komünist parti zaten kuruldu. Çin, Vietnam, Küba komünist partilerinde de bugün fiilen oluşmuş durumda. O halde sosyalist devlet evresinde illa ki tek parti olmalı fikri aşılmalı. Elbette birden fazla komünist parti teşvik edilememeli ama ideolojik politik farklılıklar temelinde kuruluyorsa yasakçı politikalarla önü kesilmemeli.

Bu açıdan bakıldığında biz epey bir zamandır; ÖSP III. Kongresi’nde KKP adını alma hedefi ile Ülke komünist partisi vurgusunu yapıyoruz. Bununla hedefimiz şudur; ya Kürdistan’da Marksizm içi ideolojik farklılıkları barındıran tüm komünistlerle parti de dinamik bir yer alış sağlayacağız ya da birden fazla komünist parti veya grup var olacak. ÖSP III. Genel Kongresi’nde KKP adını alarak bunu ya sağlarız ya da birden fazla komünist parti, örgüt, grup bugün olmasa yarın oluşacak.

Kürdistan’da komünist parti iddia ve hedefi olan herkesi bunun üzerinde düşünmeye çağırıyoruz. Bu nedenle Marksizm içi farklılıkları kucaklayan, kapitalizme karşı sosyalizmi, şoven rejime karşı ulusal özgürlüğü savunan, parti içi demokrasiye bağlı herkesin yer alabileceği ülke komünist partisini savunduk, savunuyoruz.

Özetle, Kürdistan komünist partisi ve sosyalizm derdi, hedefi olan herkesi ÖSP’de isim değişikliğiyle yapacağımız hamleyi desteklemeye çağırıyoruz. Zira derdi ve hedefi bugün Kürdistan’da komünist hareketi güçlendirmek yarın sosyalist inşa olan herkesle aynı parti de ya da farklı yapılarla ortak mücadele de yollarımız bir biçimiyle kesişecek.

II – Komünistin, komüniste demokrat davranma meselesi

Bu mesele, yukarıda işlediğimiz birinci şıktan bağımsız değil. Ulusal demokratik hareketimiz için sıkça dile getirdiğim bu yaklaşımı sınıfsal mücadelede de komünist hareket için üzerinde düşünelim diyoruz.

Son DTK Kurultayında da dile getirdiğimiz “Kürt, ulusal demokratik mücadele de neden Kürde demokrat davranmıyor? Siyaset gereği düşmana barışçıl demokratik çözüm eli uzatılıyorken Kürt neden Kürde demokrat elini uzatmıyor?” Ulusal özgürlük mücadelesi gibi en kapsayıcı ortak paydayı oluşturan meselede, Kürt siyaseti birbirine demokrat davranmalıdır diye sıkça dile getirdik.

Burada konumuz, ulusal değil sınıfsal mücadele ve genel ulusal demokratik güçler değil komünistler yani komünistin, komünistte demokrat davranma meselesidir. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da 20. Yy politikası ve pratiği aynen tekrarlanmamalıdır. Örneğin;

Stalin iktidar yıllarında, başta Troçki olmak üzeri muhalefete tahammül edebilseydi; dış emperyal kuşatmasında ve iç savaşın ağır koşullarında giriştikleri sosyalist inşada muhalefete fiziki baskı yapılmayıp ideolojik mücadeleyle sınırlı kalsaydı, bugün daha farklı şeyleri tartışıyor olabilirdik. Ve önemlisi Dünya komünist hareketinde neredeyse kan davasına dönen Stalinlistler, Troçkistler ayrışma ve çatışması yaşanmayabilirdi.

Başta Troçki olmak üzere parti içerisindeki muhalefetle en sert ideolojik mücadeleyi sürdüren Lenin idi. Aynı Lenin hem parti sekreteriyken hem de devlet başkanı yıllarında partideki muhaliflere ideolojik mücadele silahı dışında bir silah asla kullanmadı. Komünistler kendi partisi dışındaki komünistlere demokrat davranmalı derken kastettiğim ideolojik mücadele dışında bir tarzın asla kullanılmamasıdır. Ve önemlisi kapitalist üretim tarzında fordist tek tipçiliğin, standartlaşmanın aşılma sürecine girdiği günümüzde, komünist kadro ve yapılar dışındaki komünist kadro ve yapılarla yani aynı sınıfsal mücadelenin bileşenleri olarak birbirilerine demokrat davranmalıdır.

III – Yasa dışılık meselesine, Sosyalist Mezopotamya Haziran 2018 sayısındaki “Türkiyeli Komünistlere KKP Hedefiyle Seksiyonları Aşma Çağrımız!” yazımda şöyle özetlemiştim;

“Bu alanda da hayatı teoriye uydurmak yerine teoriyi hayata göre yenilemeye açık olmalıyız. Genel olarak sömürge ve ilhaklardaki ulusal kurutuluş hareketleri ile kapitalist ülkelerdeki komünist partilerin yasa dışılıklarında da ciddi farklılıklar vardı, olacak da. Özellikle de deniz aşırı sömürgelerde ki halkların ulusal kurutuluş mücadeleleri ile Alman, Fransız, Arjantin vb. komünist partilerinin yasa dışılıkları farklı idi yarın da olacak. Klasik sömürgelerde tabir uygunsa halk bir bütün olarak sömürgeci devlete karşı zaten yasa dışı konumdadır.

Hatta Asya, Afrika, Latin Amerika’daki deniz aşırı sömürgelerde ki halkların ulusal kurutuluş mücadeleleri ile Kuzey İrlanda, Korsika, Bask, Katalonya, Kürdistan gibi yani çok uluslu devletlerdeki sömürge veya ilhakların ulusal kurtuluş hareketlerinin de özgün farklılıkları hep var oldu. Bütün bunlarla birlikte, 19. ve 20. Yüzyıl yasa dışılığı ile 21. yy yasa dışılığı da genel olarak farklı olacak.

Özelimize geline; biz yasadışı mücadeleyi reddetmedik, reddettiğimiz 20. yy tarzıdır çünkü cep telefonu başta olmak üzere yeni teknolojik icatlar ve geriye çekilen 20. yy devrimci dalgasıyla paralel 20. yy yasadışılığı da aşıldı. Şunu da ekleyelim; burjuvazinin küresel çapta 19. ve 20. yy sosyalist deneylerinden çıkardığı derslerle, burjuva demokrasisi oyununu oynaması gerçeği de var. Bu nedenle 21. yüzyıla gelindiğinde istisnalar hariç dünya komünist partilerinde yasadışı parti kalmamış…..

Burjuvazi ne zaman demokrasi oyununa son veren düdüğü çalarsa, daha doğrusu, işçi emekçi kitleler ne zaman burjuvaziyi, demokrasi oyununa son vermeye zorlarsa işte o zaman komünist hareket ve genelde o günün dinamikleri de ihtiyaç duyarsa yeni bir yasadışılığı geliştirebilirler.

Şu da var, Türkiye’de günümüz yasadışı partilerinin ana gövdesi açıkta olup çok dar çekirdeği gizliyse bu durum mevcut yasal partilerden pek de farklı değil. Çünkü nasıl ki yasadışı partilerin gövdesi açıkta küçük çekirdek gizliyse, yasal partilerin de yasa dışı yönleri vardır, olabilir…

Burada asıl mesele arka planımız ya da cephe gerisinin sağlama alınmasıysa; içeri de kitlelerin büyük örtüsüyle mi çekirdek güvenceye alınacak yoksa Suriye ya da Avrupa mı arka plan olarak seçilecek? Veya her ikisi mi? Avrupa’ya gidenin geri gelmediği gerçeği ve Suriye’nin artık barınma alanı olmayacağı açıkken geriye Rojava ve Güney Kürdistan kalır! Ve zaten şimdiden bu iki alan değerlendiriliyor arka plan olarak. Kürt siyaseti ağırlıkla Hewlêr merkezli Güney Kürdistan’ı esas alırken; Türkiyeli devrimci yapılar ise Rojava’da bulunuyorlar. Hewlêr, Qamışlo Türkiye ve İran’dan gelen/gelecek olan “bölücüleri topraklarınızdan çıkartın” basıncı karşısında yükümüzü taşır mı? Tartışılmalı” demiştim. (Türkiyeli komünistlere KKP hedefiyle seksiyonları aşma çağrımız! başlıklı yazımdan.

Sonuç olarak; komünist kadrolar kaybettikleri yere yani politik tahayyüle, ütopyalarına yeniden dönmelidirler çünkü fazlasıyla realistleştiler, fazlasıyla “maddi koşul” tahlillerine başvurmaya başladılar. Dolayısıyla yeniden Paris Komünlerini, Ekim Devrimlerini hayal etmelidirler ama asla aynen tekrarına düşmeden. Unutmayalım ki doğa sürekli yeniden üretimden ibarettir. Doğa da kendini tekrar yoktur.(14 Eylül 2018)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu