Makaleler

Siwar hatîn, peya çûn!

Şirnex Halk Meclisi Başkanı, 24 Temmuz’da başlayan ve 15 Aralık’tan itibaren yeni bir boyuta sıçrayan savaş konseptini şu sözlerle değerlendiriyor: “Kürt halkı nasıl ki Zap’ta onlara ‘Siwar hatin, peya çûn (Atlı geldiler, yaya gittiler)’ dediyse, aynı şey burada da tekrarlanacak. Ama emin olsunlar ki yaya dahi gidemeyecekler.” (25 Aralık 2015, Ö. Gündem)

Cizîr’den Silopiya’ya, Kerboran’dan Sûr’a ve daha birçok ilçeye 15 Aralık ile birlikte çok büyük bir operasyon başlatıldı. İlk açıklamalara göre 6 general ve 10 bin askerin katıldığı bu operasyonu denetlemek için Genelkurmay Başkanı da kuvvet komutanlarıyla birlikte bölgeye gitti. Operasyonun başlamasından birkaç gün önce öğretmenler bölgeden çıkarıldı. Aynı günlerde, doktorların nöbet sistemlerinin değiştirildiği ve artık hiç çıkmadan bir hafta boyunca hastanede kalacakları açıklandı. Ayrıca tıpkı seferberlik ilanlarında olduğu gibi, Batı illerinden doktorların hizmet için “Doğu”ya gelmesi istendi. Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, hamaset yapmaya çalışırken savaşın gelmiş olduğu boyutu açıklamış oldu: “Çanakkale’de doktorlar cepheden çekildi mi, buradan çekilsin?” Bilindiği gibi Çanakkale Savaşı, Osmanlı açısından varlık-yokluk meselesiydi. Her ne kadar Çanakkale’de muzaffer oldularsa da, sonrasında Osmanlı yıkılmaktan kurtulamamıştı.

15 Aralık’ta başlatılan operasyon planının, 2014 Eylül ayında “Çöktürme” adıyla Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından hazırlanıp önce Genelkurmay’a ardından Erdoğan’a sunulduğu ortaya çıktı! Plana göre, özel tim ve özel yetiştirilmiş askerlerden oluşturulan savaş timleri, Kürt kentleri, ilçeleri ve mahallelerini bombalayacak, halkı göçe zorlayacak. Planda 15 bin insanın ölebileceği, 8 bin insanın yaralanabileceği, 5-7 bin kişinin tutuklanacağı, 300 bin insanın göç ettirileceği öngörülüyor. Ablukaya alınan yerleşkelerde, yaşam alanları tahrip edilerek, geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak. Bu saldırıların kendi denetimleri ve yönlendirmeleri dışında yansımaması için çeşitli Kürt televizyonları ve gazeteleri susturulacak. (25 Aralık 2015, Ö. Gündem)

Basına yönelik uygulamalara dair daha ayrıntılı bir belgenin, 7 Haziran sonrası kurulan geçici savaş hükümetinin, geçici İçişleri Bakanı Selami Altınok tarafından “gizli” ibaresiyle hazırlandığı da ortaya çıktı. Eylül 2015 tarihli belgede 10 madde bulunuyor. Medyayı yönlendirmek için Anadolu Ajansı’na temel bir görev veriliyor.

Bu planların ortaya çıkmasıyla birlikte meselenin ne 1 Kasım seçimini kazanmak için savaşın yükseltilmesi ne Başkanlık hırsı için masanın devrilmesi olmadığı, hele hele “Saray’ın savaşı” tanımlamasının gerçeğin üzerini örten bir ifade olduğu artık açıklıkla ortaya çıkmış durumdadır. Bu savaş, Türk devletinin Kürt ulusuna yönelik topyekun savaşıdır!

Hazırlanan “Çökertme” planından, “gizli” ibareli basın talimatnamesine kadar her şey zihnimizi sadece ’90’lara değil, 1920’lere kadar götürüyor. 1925 Şark Islahat Planı uygulamaları ve 1937’de Dersim soykırımında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 5 maddelik genelgesi arasındaki benzerlik, ulus devletçi yapılanmanın “tek”çi ideolojik yapısının sürekliliğini göstermektedir.

Son 40 yılda PKK’nin yürüttüğü savaş ve halkın örgütlenme düzeyi; devletin planlarının eski sonuçlarını almasını önlemektedir. Devletin, T. Kürdistanı’nda bu ölçüde güçlü bir direniş beklemediğini söyleyebiliriz. Fakat Kürt hareketinin savaşı kavrayan bir yapı olarak, “çözüm” görüşmeleri esnasında da hazırlıklarını savaşa göre yapması, şu anda Kürt halkının gönül rahatlığıyla “Siwar hatin, peya çûn” demesine yol açmaktadır.

Özyönetim, devletin hakimiyetine itirazdır!

“Çökertme” planının ortaya çıkmasıyla birlikte, Hacı Lokman Birlik ve Ekin Wan’ın cenazelerine yapılanlar; Esedullah adında DAİŞ’i çağrıştıran bir timin varlığının ortaya çıkması; bombalanmış ev görüntüleri; sokak ortalarında katledilenlerin cenazelerinin günlerce alınamaması ve daha birçok haberin basına yansımasının bilinçli olduğu ortaya çıkıyor. Amaçlanan, Kürt halkını ve yanında durmak isteyenleri tedhiş yoluyla (korku salma, yıldırma, terör) tedip etmektir. (Uslandırmak, yola getirmek.)

Kentlerin bombalanmasının nihai hedefi, yaşanamaz hale getirerek demografide köklü bir değişim yapmaktır. Tıpkı leş kargalarında görüldüğü gibi Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın ve farklı isimlerin TOKİ’yi göreve çağıracaklarını şimdiden ilan etmeleri de işin farklı bir boyutudur. Devlet, devletliğinin bütün imkanlarını, gücünü ve şiddetini kullanarak T. Kürdistanı’nda sefere çıkmış durumdadır. R. T. Erdoğan’ın “Bin defa başkaldırsalar, o başı bin defa ezeriz” sözlerindeki “üstün ırk” inancının verdiği milliyetçi, faşist bir yönelimle yürütülen bir sefer söz konusudur.

Fakat her şey karşıtlığıyla vardır! Devletin bu kadar büyük bir operasyona mecbur kalması elbette ki karşısındaki direnişin gücüyle ilgilidir. Özyönetim ilanları, devletin o bölgedeki hakimiyetine karşı çıkış, iktidarı reddetme anlamına gelmektedir. Türkiye’nin mevcut faşist yapılanması düşünüldüğünde “özyönetim”le ortaya çıkan gerçeklik devirici bir nitelik taşımaktadır. “Özyönetim için silaha ne gerek var?” deyip de Avrupa ülkelerini örnek gösterenler, tarihle ilgisi olmayanlardır.

Avrupa’da çeşitli federal yapılanmaların kabulünün büyük savaşlarla yaşandığını görmezden gelenlerdir. Kapitalist emperyalist sistemde ve daha genelleştirerek diyebiliriz ki, ezen-ezilen çelişkisinin olduğu her yerde ezilenlerin hiçbir talebi savaşsız, direnişsiz kabul görmemiş, yaşama geçmemiştir. İçinden geçilen süreçte T. Kürdistanı’nda özyönetim direnişi; ezilen bir kesimin muktedir olana karşı hak alma mücadelesidir. Dolayısıyla da, hiç tartışmasız içinde olunması gereken, ayrıca bulunulan her alanda “ama”sız, “şartsız” savunulması gereken bir taleptir. Bunun da ötesinde devrimcilerin T. Kürdistanı dışında mücadeleyi yükseltme, her çeşit eylemlilikle bu direnişe destek verme sorumluluğu vardır.

Yıkım ve inşanın iç içe girmesinin zorunluluğu!

“Gendek kazmak, devletten talep etmek yerine devletin dönen çarkına çomak sokmaktır… Gençlik hareketi, ülkede devletin denetimini kırdı.” (Özgür Halk, Aralık 2015, s:37) Hendekler, barikatlar, şehirlerde Kürt güçlerinin halkla birlikte alan tutmasının aracı olmuştur. “Alan tutma”, savunması yapılan bölgelerin devlet güçlerinden temizlenmesi ve kendi yaşamlarını kurmalarının önünü açmaktadır. Türkiye Devrim Hareketi’nin 1970’li yıllardan bildiği “kurtarılmış bölgeler”in artık çok daha örgütlü ve savunmasını halkla birlikte yapan halidir.

Savaşın bu aşamasında “yıkım” kadar “kurucu” bir misyon üstlenebilmek mücadelenin seyri açısından büyük önem taşımaktadır. Devletin saldırılarının, evden çıkma yasakları, abluka, göç ettirme tarzında oluşu aslında “Ben ne dersem o olur! İktidar benim!” anlamına gelmektedir. Bu yıkımdan kurtulmanın yolunun kendisine biat etmekle olacağı vurgulanmaktadır. Kürt hareketi de, devlet güçlerinin girmesine izin vermediği alanlarda, devletin iktidarını kırmakta, yıkmaktayken; yeni olanı, kendi sistemini yani kuruculuğunu da gerçekleştirmektedir. Kürt hareketi, bu kuruculuğu komün ve meclisler aracılığıyla yapmaya çalışmaktadır. Bu halkın örgütlenmesi şeklinde ortaya çıkan bir inşa çalışmasıdır bunun eksik kalması süreç içerisinde savaşın, salt iki askeri güç şeklinde yürütülmesine neden olur. Bu konuda Çin’den, Vietnam’a devrimci hareketlerin çok fazla deneyimi vardır. İçinden geçilen süreçte bu tarihsel deneyimlerden faydalanmak ön açıcı olacaktır.

“Kırmızı çizgiler” anlamsızlaşıyor!

T. Kürdistanı’nda yaşanan savaşın, buradaki gidişatın dışında Kürtlerin lehine gelişmesine yardımcı olacak gelişmelerin haberleri Rojava’dan, Şengal’den gelmeye devam etmektedir. YPG/YPJ’nin ana gücünü oluşturduğu ve yönelimi belirlediği HSD’nin (Demokratik Suriye Güçleri) 23 Aralık gecesi Kobanê’nin güneyinde başlattığı hamleyle “Fırat’ın batısına” geçilmiştir. DAİŞ’in, Mınbîç ve Cerablûs’a geçiş olarak kullandığı Tışrîn, hamlenin ikinci gününde ele geçirildi. TKP/ML TİKKO güçlerinin de yer aldığı bu hamlenin devamının geleceği açıktır. Bu hamleyle, Türkiye’nin “kırmızı çizgimiz” dediği Cerablûs-Azez arası hat, güneyden kuşatılmış olmaktadır. Bu durum Kobanê ve Afrin kantonlarının birbirine bağlanması anlamına gelecektir.

Rusya uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye, Suriye’deki gelişmelerde etkisiz hale gelmiştir. Başîka’ya asker göndererek, Musul’un DAİŞ’ten alınmasında “başrol oyuncusu” olma ve Sünni bir alan yaratma hedefi de gerçekleşmemiştir. Bu süreçte KDP ile olan ilişkiler öne çıkmıştır. KDP yıllardır, PKK’nin kazanımlarını yok etmek için kullanılan bir parti haline gelmiştir. Bununla birlikte, Türkiye KDP aracılığıyla Irak’ta Suriye’de (Rojava’da) hakim olmaya çalışmaktadır. Bunun için de hep var olduğu bilinen PKK-KDP çelişkilerini de devreye sokmaktadır. Fakat, PKK’nin mevcut örgütlülüğü ve askeri kapasitesi Türk devletinin bu oyunlarını etkisizleştirmektedir.

Ortadoğu’daki bu gelişmelerle birlikte ele alındığında, 100 yıldır devam eden statükonun artık geri dönülemez biçimde yıkıldığı açıkça ortaya çıkmıştır. Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri, yeni oluşacak düzeni kendi istedikleri şekilde yapmaya çalışıyorlar. Ezilenlerin de kendi seçeneklerini oluşturmaları, bu kapsamda ortak hareket edebilmeleri önem taşımaktadır. Türkiye Devrimci Hareketi’nin daha aktif hale gelmesi, bunun çalışmalarını yürütmesi gereklidir! Pasiflik, kendiliğindencilik sürecin kaldırılamayacak, devrimci hareketi geriye çekecek yaklaşımlardır. Ortadoğu’da ve Türkiye’de halkların kalıcı kazanımları için, mücadeleyi yükseltmeye…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu