GüncelManşet

2016’dan 2017’ye devreden; rüzgar eken fırtına biçer!

2016’yı geride bırakıp yeni bir yıla yelken açtık. Yeni yıla ilişkin beklenti ve temenniler doğal olarak her toplumsal kesim için farklı içerikler kazanıyor. 2016 çok sayıda çarpıcı, önemli olay ve gelişmeyi takvim yapraklarına sığdırmayı başardı. Sokağa çıkma yasakları, gözaltı ve kitlesel tutuklamalar; mahalle-ilçe ve kentlere yönelik kapsamlı operasyonlar; kadınlara yönelik saldırılar; toplumsal cinsiyet rollerini derinleştiren politikalar; LGBTİ’lere yönelik artan homofobi ve transfobi; basına yönelik kısıtlama ve yasaklar; temel hak ve özgürlüklerin gasp edilmesi; Alevilere ve diğer inanç gruplarına yönelik ayrımcı uygulamalar ve bahsi geçen çok sayıda başlığın ortak keseni emeğe, onun kazanmış olduğu haklara yönelik saldırılar… Başlıkları çoğaltmak kuşkusuz mümkün. Sözünü ettiklerimiz madalyonun bir yüzü. Diğer yüzünde ise tek tek her başlıkta yaşama geçirilmeye çalışılan politikalar karşısında gelişen tepki, direniş ve büyüyen öfkeden söz etmek mümkün!

Uzun yıllardır mecliste çoğunluğu bulundurmasına, devletin kilit organlarını ele geçirmesine rağmen yine de istikrar ve güçlü yönetimden dem vuran iktidarın, coğrafyamızda çizdiği resmi anlatıyor bize 2016. İstikrar dendikçe daha fazla hak gaspının yaşandığı, daha çok emekçinin iş cinayetlerinde can verdiği… İstikrar sağlandıkça kadına yönelik şiddetin, tacizin, tecavüz ve ayrımcılığın çığ gibi büyüdüğü… “Güçlü yönetim”e yaklaşıldıkça Kürtler, Aleviler, Müslüman olmayan kesimlerin, farklı inanç ve azınlıkların payına daha fazla baskı ve zulmün düştüğü… “Güçlü yönetim” inşa edildikçe, Ortadoğu’daki çıkar dalaşının içine daha fazla sürüklenildiği, emekçilerin bunun sonucunda daha fazla yaşamını yitirdiği bir toplumsal gerçekliğe ev sahipliği yapıyoruz.

Onlar huzur, istikrar, güven, kalkınma ve adalet deyince biz daha da yoksullaştık, aç kaldık, baskı ve zulme maruz kaldık, hapishanelere doldurulduk. 2016 yılı egemenlerin saltanatlarını korumak adına geniş halk yığınlarını daha fazla kaos ve karmaşaya sürüklediği, bedelini de onlara ödettiği/ödetmeye çalıştığı bir yıl oldu. Rejimin, yüzünden demokrasi maskesini fırlattığı, baskı, şiddet, imha, inkar siyasetinde son sürat yol aldığı, derinleştiği bir yıl olarak işlendi tarihe…

 

Taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak!

2016’ya “reis”in sonuçlarından memnun kalmadığı 7 Haziran seçimlerini iptali sonrası yapılan “yeniden” seçimin ağırlığı ile girdik. 1 Kasım’da zaferi kazanmanın reçetesini toplumsal kutuplaşmanın derinleştirilmesinde, tekçi-mezhepçi politikalarda ısrar edilmesinde gören siyasi iktidarın neler yapabileceğini gördük. Muhalefetin 20 Temmuz, 10 Ekim katliamlarıyla sokağa çıkmaya korkar hale gelmesi yetmeyince olası tüm risklerin bertaraf edilmesine girişilecekti. Kuşkusuz bunun ilk adresi, sürecin en etkili muhalefet odağı olarak HDP oldu. Esasa Kürt hareketinin farklı nitelik ve biçimlerdeki güçlerinin alındığı söz konusu yönelimin en önemli hedeflerinden biri de bu gücü diğer toplumsal dinamik ve hareketlerden tecrit etmek, uzaklaştırmaktı. Nitekim cihatçı çetelere yönelik “hoşgörüden” beslenen bu sürecin sonunda hedefe ulaşıldı, mecliste çoğunluk (ezici) yeniden sağlandı.

Irkçı milliyetçi söylemlerin payanda yapıldığı ve toplumsal algının buradan inşa edildiği bir politik atmosfer yaratıldı. AKP ve MHP arasındaki yakınlaşma da bu temel üzerinde büyüyecek, boy verecek, bugünlere gelecekti. Demokrasi, özgürlük, hukuk devleti kavramlarına bir makyaj malzemesi olarak dahi ihtiyacın ortadan kalktığı bir sürece girildi. Türk-İslamcı politik-kültürel kodla; silah, çatışma ve yıkım eşliğinde toplumun damarlarına enjekte edilmeye başlandı.

Suriye’de duvara toslayan dış politikanın intikamı bu coğrafyadan, bölgeden, Kürtlerden alınacaktı. Nitekim öyle de oldu. Dün Dolmabahçe’de ortak deklarasyonun altına attıkları imzayı bize demokrasi diye pazarlayanlar şimdi havan topu, tank ve mermilerin dilinden konuşacaktı. Sur, Cizre, Nusebin, Şirnex, Hakkari… 2 milyonu aşkın insanın göç etmek zorunda kaldığı, bir bütün halkın cezalandırıldığı bir konsept devreye sokuldu. Bir yıl içinde Kürt siyasi hareketinden 7 bin 250 kişi gözaltına alındı, 2 bin 500’ü tutuklandı, taş üstünde taşın omuz üstünde başın bırakılmadığı bir politika yürürlükteydi.

Şark Islahat Planı’na rahmet okutacak uygulamalar bir bir yaşama geçirildi; şehirler, ilçeler taşındı; demografik yapının değiştirilmesi yolunda önemli adımlar atıldı. Şiddet, ölüm, imha-inkar daha üst perdeden, daha güçlü tedavüle sokuldu. Ne var ki Osmanlı’dan günümüze değin farklı biçimler alarak bugüne gelen söz konusu devlet aklının yaptığı yine ateşin üzerine benzin dökmekti. Şiddet ve savaş politikası öfkeyi büyüttü, Kürtlerin zihninde onulmaz yaralar açtı. Daha geniş ölçekte, Türkiye toplumunda bu yaklaşım, kutuplaşmayı ve ayrışmayı derinleştirdi. Çözümsüzlüğü bir çözüm olarak uygulamaya sokmanın bedeli adeta bir bumerang etkisiyle dönüp yine kendisini vuran 15 Temmuz’da ödenecekti! Siyasi iktidar, bir toplumsal gerçekliği şiddetle yok edebileceğini düşünmekle başına neler açabileceğini, bugün daha geniş bir alana yayılan, büyüyen ve güçlenen bir hareket şahsında bir kez daha görmüş oldu.

Bölgede yaşanan çatışmalı süreç, devlet kademelerinde de dengeyi değiştirecekti! Savaşanlar, daha fazla söz ve yetki sağlayacak, bu da 15 Temmuz’a giden yolu açacaktı. Sokağa çıkma yasaklarıyla yasal bir zemine kavuşturulan yasak, baskı, gözaltı ve tutuklamalar bölgeyle sınırlı kalmadı, ülke sathına yayıldı. İşçi ve emekçiler, gençler, kadınlar, LGBTİ’+lar, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler kısacası özgürlük, demokrasi, insanca bir yaşam isteyenler herkes topun ağzındaydı!

1 Mayıs, 8 Mart, 16 Mart, 21 Martlar yasaklanacak, sokağa çıkanlara, TOMA, akrep ve gerçek mermilerle hadleri bildirilecekti. Rejimi, gelişen toplumsal dinamikler karşısında daha güçlü kılmak adına yapılmak istenen değişiklikler adım adım yaşama geçirildi. Artık, yasa ve kanunların aşıldığı, rejimin işleyişinde fiili durumun hakim olduğu bir dönemdeydik! Devletin tüm yönetici organlarını, yasama-yürütme ve yargıyı ele geçirse de başkanlık hayalleri için bir türlü uygun rüzgarı bulamayan gemiyi ancak bir mucize açık denizlere çıkarabilirdi.

 

“Allah’ın Lütfu!”

1 Temmuz günü yaşanan başarısız darbe girişimi, siyasal iktidarın kendi evvelleri için uygun ortamı yarattı. Beklenen mucize gerçekleşmiş, bir anda denizde kopan fırtına yelkenleri şişirmiş, gemi pupa yelken yol almaya başlamıştı.

Hazırlık ve uygulama aşamaları ile sonrasında yaşananlara dair karanlıkta kalan yığınla soru, darbe teşebbüsünün planlı-bilinçli bir şekilde, fırsata dönüşmek üzere bir kriz için göz yumduğuna işaret edecekti! İstihbarat, asker, polis, yargı vd. kritik yerlerde bahsi edildiği kadar gücü bu örgüt nasıl sağladı? Bunun önünü açanlar, “Ne istediler de vermedik” diyenler değil miydi?

Kötü bir provaya benzeyen darbe girişiminde yüzlerce insan yaşamını yitirdi. Dün el ele, kol kola iktidarı paylaşanların arasına kan girdi. Daha tanklar yol ortasında bekler, yaralılar hastanelere henüz ulaşmışken düğmeye basıldı ve sürek avı başlatıldı. Bozguna uğrayan rakiplerin mevzileri darmadağın edilecek, birkaç gün içinde binlerce insan gözaltına alınıp tutuklanacaktı. “Allah’ın lütfu” olarak yaşanan darbe girişimi, yıkmak istediği iktidara adeta can suyu olmuş, onu güçlendirmiş, toplumsal tabanını büyütmüş ve onu demokrasi kahramanı mertebesine çıkarmıştı.

Gözaltı, tutuklama, soruşturma ve ihraç rakiplerinden başlayacak, dağla dalga büyüyecek, parantezine tüm toplumsal muhalefeti alarak dörtnala yol alacaktı. FETÖ kapsamında 40 bini aşkın kamu görevlisi ihraç edilirken, ulusal ve toplumsal hareketlerle ilişkili oldukları gerekçesiyle 30 bin öğretmen kapı önüne konacaktı. Ne ki bu sadece başlangıçtı! Başarıyı garanti altına almak, hareket sahasını büyütmek, ipleri tümüyle eline almak için kopan fırtınadan iyisi olamazdı.

Ülke uçurumun kıyısına gelmiş, ipten dönmüş, olağanüstü bir iklim yaşanıyordu. Öyleyse buna uygun bir idare ile yönetilmeliydi. Girişimin üzerinden birkaç gün geçmeden, cumhurun başı duruma el koyacak, inisiyatif alacak ve OHAL ilan edecekti! Darbeye karşı göğsünü siper edenler; temel hak ve özgürlükleri, en küçük demokrasi kırıntısını rafa kaldıracak bu uygulamayı sevinç çığlıklarıyla karşıladı. Darbe engellenmişti. Şimdi sıra başarılı olması durumunda yapılacakları bir bir yaşama geçirmekteydi.

İlk adres muhalif, sosyalist, yurtsever basın organları, kurumları oldu. Özgür Gündem, DİHA, İMC, Hayat TV’nin kapısına kilit vurulmasını da içine alan bir konsept yürürlüğe girdi. Meclisin baypas edildiği, rejimin ve ülkenin KHK’larla yönetildiği günler başladı. İlk KHK ile 3 ajans, 23 radyo, 45 gazete, 15 dergi ve 29 yayınevi son KHK ile de 10 gazete, 3 ajans, 3 dergi kapatıldı. OHAL’in ilan edilmesinin üzerinden geçen 4 ayda, ajans, gazete, dergi ve TV olmak üzere 121 basın kuruluşu kapatıldı. 184 basın emekçisi gözaltına alındı, 866 gazeteci işten atıldı. 16 Aralık itibariyle 115 dergi, 18 TV, 5 haber ajansı kapatıldı.

Cadı avının kapsama alanına HDP’nin girmesi uzun sürmedi. Uzunca bir süredir yürütülen tartışmanın, hazırlığın sonucunda önce vekillerin dokunulmazlıkları kaldırıldı, akabinde eş genel başkanlarla birlikte 12 milletvekili tutuklandı. HDPli vekiller, soruşturma, dava sağanağı altında kaldı/kalıyor. Buna paralel, belediyelere kayyum eliyle el konulmaya başlandı. 39 belediyeye kayyum atandı. Aralarında ÇHD, ÖHD, Gündem Çocuk gibi çok sayıda derneğin olduğu bin 125 dernek kapatıldı. 180 bin olan tutuklu ve hükümlü sayısı OHAL sonrası 215 bini buldu. OHAL KHK’si ile 30 binden fazla adli tutsak serbest bırakılmasına rağmen yine de sayı 195 bine çıktı.

Anlaşılan o ki, üçüncü defa uzatılması, planlanan OHAL kağıt üstünde kaldırılsa da uygulamaları olağanlaştırılmak, fiili durum sürdürülmek isteniyor. Söz konusu iklimi fırsat bilen siyasi iktidar başkanlık rejimi için kolları sıvadı, adımlarını hızlandırdı. Asgari ücrete sıfır zam, işsizlik fonunun sermayenin kullanımına açılması, kıdem tazminatının gasp edilmek istenmesi, tarımda dışa bağımlılığı derinleştiren yasal değişiklikler, kız çocuklarının tecavüzcülerle evlendirilmesi, doğa ve çevre talanına ilişkin kapsamlı değişiklikler vb. pek çok uygulama için olağanüstü hal, aranan hal oldu!

 

“Esed’den Esad’a; İflas Eden Suriye Politikası”

Tekçi, ırkçı politikaları topluma tüm gücüyle enjekte eden rejim, bununla yetinmeyerek mezhepçiliğe de daha güçlü sarıldı. Coğrafyamızda hemen her aralıkta yaşanan gelişmelere doğrudan yansıyan Suriye politikası da bahsini ettiğimiz yaklaşımın bir ürünü olarak şekillendi. Mart 2011’de Dera’da ilk eylemlerin başlamasından hemen sonra Suriye politikası bu eksene oturdu. Halkını katleden Esed yenilecek, devrilecek ve Emevi camisinde devlet erkanı namaz kılacaktı! Halep, Şam birkaç saatlik mesafedeydi ve düşmesi işten bile değildi. Bu motivasyonla, coğrafyamız, sınırlar cihatçıların cirit attığı alanlara dönüştü. Kürtlerin, bölgede geleceklerine sahip çıkmasıyla Suriye’de düşman sayısı da ikiye çıktı. Suriye politikası, etkileri, yansımaları ve sonuçlarıyla çoktan ülkenin bir iç meselesi haline geldi/getirildi. 5 milyonu aşkın Suriyeli mülteci, siyasi iktidar için artık kullanışlı bir pazarlık konusuydu. Geride kalan 5 yılda, aldığı darbe ve yenilgilere rağmen “Esed” devrilmediği gibi Rusya’nın oyuna açıktan dahil olmasıyla gelinen aşamada Şam’da üstünlüğü ele geçirdi, Halep’i ise geri aldı.

Cihatçılar için adeta bir yol geçen hanına çevrilen topraklar çok geçmeden onların hedefi haline geldi. Sultanahmet, İstiklal Caddesi, Antep ve Atatürk Havalimanında yaşanan katliamlar, mezhepçi politikanın diyeti olacaktı. Siyasi iktidar, ABD yörüngesinde kendini var eden Suriye politikasının bir sonucu olarak Rus savaş uçağını düşürdü. Bunu da zafer çığlıkları eşliğinde ilan etti. Davutoğlu “Emri ben verdim” Reis de “Gerekirse bir daha yaparız” demeciyle dış politikadan ne anladığını dile getirdi. Ancak bu hamle ile atmak üzere kaldırdıkları taş, fena halde ayaklarının üzerine düştü! Suriye’den içeri aylarca bir Türk uçağı, bir milim giremedi. Rusya’ya kafa tutanlar çok geçmeden tükürdüğünü yaladı ve Rusya’nın icazetiyle bu topraklara girebildi. Acilen soluğu Suriye’den cihatçıları temizlemek üzere Azez ve Cerablus’ta aldı. Böylece bir taşla iki kuş vurulacak hem “öfkeli gençlerle” araya mesafe konulacak hem de Suriye’de bir Kürt oluşumuna izin verilmeyecekti.

Başka bir devletin, toprak bütünlüğü ve egemenlik hakkı açıkça çiğnenecek, El Bab menzile konulacaktı. Ne ki, misyonu, büyük güçlerin dalaşında iş tutmanın dışına çıkamayan Türk hakim sınıflarının Suriye politikası iflas etti! Önce, “Esed’i devirmek için girdik” denilecek daha bu sözün üzerinden iki gün geçmeden “Suriye’de hedef Esed değil terör örgütleridir” demeci verilecekti. Benzer bir durum, Halep’in tahliyesi sırasında da yaşanacak, düşman ilan edilen ve elçilikleri önünde eylem yapılan Rusya ile bir gün sonra Moskova’da, bugüne kadarki tüm söylediklerini inkar eden, başarısızlığı ilan eden bir anlaşmaya imza atılacaktı. İran-Rusya ve Türkiye (TC) arasında imzalanan bildiri, mevta olan Suriye politikasının üzerine son toprağı atmış olacaktı. Çatışmaların başlamasıyla iktidar sözcüleri tarafından Esed ilan edilen “şer odağı, diktatör” yeniden itibarını kazanacak ve Esad olacaktı!

Mezhepçi dış politika duvara tosladı ancak bu Suriye’de emellerin sona erdiği anlamına gelmiyor. Bu politika, bundan sonra değişik biçimlerde, ihtiyaç duyulduğu yerde ve zamanda kullanılmak üzere elden geçirilecekti. Zira, hala Suriye’de bir düşman vardır ve “güçlerimiz” El Bab’ı halletmek üzeredir. Söz konusu mezhepçi yaklaşımın yalnızca Suriye’de yaşama geçirildiğini söylemek de yanlış olur. Dış politikadaki her mezhepçi yaklaşım doğrudan bu topraklarda karşılık bulmakta ve kutuplaşmayı, düşmanlığı beslemekte, büyütmektedir!

 

“Ayak sesleri değil krizin kendisi”

2016’nın son günleri, krizin etkilerinin artık gizlenemediği gelişmelere ev sahipliği yaptı. Bardaktan taşan son damlalar, bir yıl boyunca uygulamaya sokulan ekonomi politikalarının bir sonucuydu. Yasak, baskı ve şiddetle örülen siyasal iklime paralel, kazanılmış haklara yönelik gasplarla, işçi ve emekçiler daha fazla yoksullaştıkları bir yılı geride bıraktı. Efendilerin konjonktürel ele alışlarına angaje olmanın sonuçlarının en ağır ortaya çıktığı alan ekonomi oldu.

Söz gelimi, Rus uçağının düşürülmesiyle gerilen ilişkilerin faturası yüz binlerce insanın işsiz kalması, milyonlarca TL’lik zarar oldu. Doların hızına kimsenin yetişemediği, alım gücü ve yoksullaşmanın da aynı hızla düştüğü/düşmeye devam ettiği bir sürecin içindeyiz. Dünya ekonomisi 2008’den bu yana çok ciddi bir kriz içinde debelenirken, Türkiye ekonomisinin bu süreci daha ağır ve yıkıcı yaşayacağına şüphe yok.

Türk lirası, dolar karşısında bir yılda yüzde 34 değer kaybetti. Dış borç açığı azalmak bir yana 2016’nın ekim ayında bir önceki aya oranla yüzde 29 arttı. (Ergin Yıldızoğlu, 15 Aralık Cumhuriyet) AKP döneminin başında 129 milyar dolar dolayında olan toplam dış borç bu yıl 421 milyar dolara ulaşmış durumda. İşsiz sayısı 6 milyon 373 bine ulaştı. (DİSK-AR, 16 Aralık Cumhuriyet)

Ekonomi yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre yüzde 4.5 oranında küçüldü. (Commerbank Raporu; Türkiye: Ekonomi Çöküyor! 22 Aralık Cumhuriyet) İmalat sanayinde ise küçülme yüzde 3.2 oldu. İmalat sanayinin yıllık ortalama büyüme hızı 1998-2003 döneminde yüzde 30’larda dolaşırken 2012-2015 döneminde yıllık ortalama 9.8 düzeyine gerilemiş durumda. (Makine Mühendisleri Odası, 22 Aralık Cumhuriyet)

Türkiye ekonomisinin büyüme hızı son yedi yılda ilk kez Eylül ayında yıllık yüzde 1.8 ile resesyon (yavaşlama-durgunluk) alanına girmiş bulunuyor. (15 Aralık Cumhuriyet) Tüm bu tablo içinde ise güvenlik ve savunma harcamalarında rekor kırıldı. Ekim ayında, silah, araç-gereç ve savaş teçhizatı için 103 milyar TL harcandı. Diğer yandan sanayi üretimi 29 yılın en kötü noktasında. (17 Aralık Cumhuriyet) TOBB’a aynı ayına göre yüzde 47.8 artış yaşandı. (18 Aralık Cumhuriyet)

Sadece bu veriler bile TC ekonomisinin nasıl bir krizle boğuştuğunu, debelendiğini anlatmaya yetmektedir. Bu krizin, tıpkı öncekilerde olduğu gibi, geniş işçi ve emekçilerin emeğinin gasp edilmesi, kazanılmış haklarına göz dikilmesi, yoksunluk ve yoksulluk anlamına geleceğini ise söylemeye gerek yok! Her krizin, yeni toplumsal kaynamalara, öfke patlamalarına ve kendiliğinden gelişecek hareketlere ev sahipliği yapacağını da…!

 

“2017 bizim yılımız olacak!”

2016, Türk hakim sınıflarının giderek daha açıktan, şiddet, baskı ve saldırganlığa yöneldiği bir sürece ev sahipliği yaptı. Kitlesel gözaltı ve tutuklamalar, ifade özgürlüğüne yönelik engeller, temel hak ve özgürlüklere dönük şiddetle örülü yasaklar, egemenlerin rutini haline geldi. Ancak söz konusu politikalar tam da hakim sınıfların ciddi bir kriz içinde debelendiği ve kaostan çıkamadığının açık bir göstergesi!

Yığınların artan hoşnutsuzluğu, biriken öfkesi, derinleşen yoksulluğu, onları yasak, şiddet ve saldırı üçgenine daha fazla sıkıştırmaktadır. Ağızlarından düşürmedikleri kadar güçlü olsalardı, tüm bu yöntemlere böylesine canhıraş bir şekilde başvurmazlardı. Üstelik Mecliste yüzde 50’ye yakın bir oyla oranını elde tutan bir partiyi kaptan köşkünde tutmalarına rağmen…

Açık ki korkuları büyüktür ve 15 Temmuzla zirveye ulaşan toplumsal desteğin rüzgarıyla, mevcut tehditler ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Zira, biliyorlar ki, yaklaşan günler daha büyük bir fırtınaya işaret etmektedir. Zaten başkanlıktaki ısrarın nedeni de budur. Siperleri en ileri noktaya kazmak, onları tahkim etmek ve süregiden ama daha da büyüyeceği kesin olan çatışma ve hesaplaşmaya hazırlık yapmak…!

Baskı, zulüm ve yoksulluk, açık ki buna karşı bir birikimi ve öfkeyi, en önemlisi tepki ve isyanı doğuracaktır. Gezi İsyanı, emekçi yığınların bilincinden geçen fay hatlarında biriken öfkenin sadece küçük bir kısmıydı. 2016 boyunca, hemen her alanda yaşama geçirilen politikalar bu fay hattına yeterince benzin döktü. Kasım ayında kadınların, kız çocuklarının tecavüzcülerle evlendirilmek istenmesine karşı sokağa vuran isyan bunun küçük bir örneği. Toplumsal çelişkiler keskinleştikçe, sınıf, ulus, milliyet, mezhep ve cinsiyet kimliği başlıklarında çatışma ve hesaplaşma daha amansız olmaktadır. Bu toprakların tarihi buna tanıktır! Halk yığınlarının yüreğine öfkenin rüzgarını ekenler fırtına biçmeye mahkumdur! 2017, özgür bir geleceğe daha güçlü yürüyeceğimiz bir yıl olacaktır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu