Makaleler

Biz ölürken, birileri hep konuşuyor…

“Eğer bir yalanı yeterince uzun, yeterince gürültülü ve yeterince sık söylerseniz, insanlar inanır. İnsanları, bir yalana inandırmanın sırrı, yalanı sürekli tekrar etmektir. Sadece tekrar, tekrar ve tekrar söyleyin.” (A. Hitler)

Faşizmin, ırkçılığın gelmiş geçmiş en ünlü, en kanlı temsilcilerinden olan A. Hitler’in sözlerine kulak verenler elbette onun bile eline su dökemeyeceği Türk devletinin yöneticileridir.

7 Haziran parlamento seçimleri sonucunda (hiç de yabana atılmayacak bir oy oranına sahip olsa da) tek başına iktidara gelemeyen, sözde “stratejik derinlik”le ele aldığı Ortadoğu politikası dibe çöken, yeni bir ekonomik kriz dalgasının ayak seslerini kulağının dibinde duyan vs. AKP’nin, Hitler’in bu sözlerine en çok ihtiyaç duyduğu bir süreç yaşanıyor.

Burjuva siyaseti kirlidir. Kirli olması karşısındakini kendi düşüncesi ile doğruluğuyla değil ötekileştirerek ya da düşmanlaştırarak saf dışı bırakmasıdır. Yaşadığımız topraklarda Osmanlı’da oyun çok deniliyor. Yakın dönemdeki tapeler, dinlemeler, birbirlerinin kirli çamaşırlarını ifşa etmeler kirli siyasetin nadide örnekleriydi. Burjuvazinin karakterini yansıttığı kirli siyaset, toplumun zenginliği olan farklı inanç ve etnik gruplara karşı faşist niteliğe bürünür. Toplumdaki farklılıklar ayrıştırıcı, ötekileştirici, hedef gösterici bağlamda kullanılarak egemen olan ulus ve din etrafında bir kitle tabanı oluşturuyorken, diğer yandan halklar arasında nifak tohumu ekilir ve birbirine düşman edilir.

AKP’li katillerin dilinden kan damlıyor

Özellikle Suruç katliamının ardından R. T. Erdoğan, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu başta üzere bilumum AKP’li yönetici, 31 devrimcinin katledilmesindeki sorumluluğunu, başrol oyunculuğunu gizleme ihtiyacıyla yalanlara sarıldılar. Bu yalanların ilk hedefinde, tek başına iktidar olmasının önündeki en büyük engel konumundaki HDP’nin yer alması kimseyi şaşırtmadı ancak alçaklığın derecesini aklıselim kimse tahmin edemezdi muhtemelen.

“Suruç’ta her gün 3 gösteri yapılıyor ve HDP’nin yöneticileri yapıyor. Acaba bu grubun içinde neden yoklardı?”, “Ölenlerin arasında ne belediyeden bir yetkili var, ne de HDP il ve ilçe yöneticileri var. Bunların o topluluk içine özel olarak sokulmadığı, uzakta bırakıldıkları da ayrı bir istihbarat konusu” diyerek direkt saldırıyı HDP’ye mal etmeye çalışan Arınç’tan, (her katliamda olduğu gibi yine) yurtdışında olan cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın bir türlü katledilenlerin ailelerine başsağlığı dileyemeyen konuşmalarına, Ahmet Davutoğlu’nun “iyi ama biz teröre karşı ortak deklarasyon yayımlayalım dedik de, imza atmadınız da” mealindeki “nereden gelirse gelsin” ön eki olmadan bir türlü “DAEŞ terörü demeye varmayan diline kadar AKP tek koro halinde katliamı “yorumladılar”.

5. güç (havuz) medya emir ve talimatlara hazır!

Burjuva siyaset kirlidir dedik. Ama bu kir-pas sadece siyasetçilerinin dilinden dökülmüyor. Bir de son zamanların deyimiyle “havuz medya” devreye giriyor, kin ve nefret kusan söylemlerle devletin gösterdiği hedef doğrultusunda önlerine konulan yalanları “yeterince  uzun, yeterince gürültülü ve yeterince sık” söyleyerek insanları inandırmaya çalışıyor. AKP’nin söyleyemediklerini, kimi zaman sadece ima yoluyla ifade etmeye çalıştıklarını bu havuz medya en ön cephede kaleminden kan damlatarak yazıyor, yayımlıyor…

Bu haliyle bile yeterli olamıyor ki, Başbakan Davutoğlu havuzdaki medyanın genel yayın yönetmenlerini çağırıp (25 Temmuz) “basına kapalı” bir şekilde toplantı yapıyor Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde. Basın-yayın organlarının yetkilileriyle basına kapalı toplantı yapılması hiç kuşkunuz olmasın sadece bir ironi değil. Toplantıda “emre amade” hazır bulunan Hürriyet, Habertürk, Türkiye, Yeni Akit, Milliyet, Vatan, Star, Akşam, Yeni Şafak, Diriliş Postası gazetelerinin önümüzdeki süreçte silahlarının tazelendiğini, hükümetin çizdiği plana göre en ön cephede daha “fedakarca” savaşacağını öngörebiliriz rahatlıkla. Zira devlet, başta Kürt halkı olmak üzere muhaliflere, ezilenlere, devrimcilere savaş açmış bulunmaktadır ve bu savaşın en önemli cephelerinden biridir 5. Güç Medya. Arz ve talepte sınır olmadığını bu toplantının hemen ardından sadece gazete başlıklarına bakarak dahi görmek mümkün olacaktır.

Ve liberallerin rengi attı

Özellikle PKK ile devlet arasındaki ateşkes sürecinde olunması, Kürt hareketinin siyasal-legal alanda yaptığı doğru hamlelerle AKP’yi mevcut durum itibariyle dizginleyebilecek güç olarak ön plana çıkması vs. vs. ve kimi zaman da “insani” nedenlerle HDP’nin ya da genel olarak Kürt hareketinin yanında yer alan “liberal demokratların” Suruç ve ardından Irak Kürdistanı’na yönelik bombalamalar sonrası ateşkesin bozulması (HPG: “Yapılan bu yoğun hava bombardımanlarıyla da ateşkesin bir anlamı kalmamıştır.” 25 Temmuz) ile birlikte nevri dönmüş durumdadır. PKK’nin Suruç katliamına yönelik misilleme eylemi yaparak iki polisi evlerinde öldürmesiyle bu kesimin rengi atmış, işi, DAİŞ’le PKK’yi aynı kefeye koyan açıklama yapmaya kadar vardırmışlardır. [“Suruç katliamına misillemeymiş! Ha PKK ha Işid. Ne farkın kaldı! Işid ekmeğine yağ sürdün.” (Koray Çalışkan), “Bu eylem ‘cinayet’tir, ‘şiddet’tir, ‘terör’dür.” (Hasan Cemal) vb. vb.]

Mesele aslında çok basit ve açık, ve aynı zamanda “balık hafızalılarımıza” ders niteliğindedir. Elbette bu ve benzerlerinden legal siyaset alanında faydalanmak, belli bir yolu beraber yürümek, bir şekilde ilişkilenmek vs. Kürt hareketinin tercihidir (ki bu konuda oldukça da başarılı bir pratiğe sahiptir) ve özellikle HDP’nin seçim sürecinde geniş kitleler nezdinde meşruiyetinin sağlanmasında önemli bir işlev de görmüştür. Ancak ne zaman ki, Kürt halkı yeniden savaş der, ne zaman ki silahlı bir eylem gerçekleştirilir, bunların korkudan ödü kopar. “Silah kötüdür”, “polislerin suçu neydi”, “bu terördür”, “IŞİD’den farkın yok” vb. vb. çığlıklarla legal siyaset dışında kalan tüm yöntemlere saldırırlar. Aslında açık bir şekilde bu sözlerin altında “niye silaha başvuruyorsunuz ki, siz 30’ar 40’ar ölün, biz en güzel sözlerimizle onlara methiyeler dizelim, ölülerinizin masumiyetlerini yarıştıralım… Sonra siz yine ölün, biz kitaplar yazalım güzel sözlerle bezenmiş… Sonra yine… yine… yine… Ama elinize aman ha silahı almayın, hatta 31 evladınızı daha verin cellatların eline…” cümleleri yatmaktadır.

Meşruiyete gölge düştüğünden yakınırlar. Meşruiyet esasta seçilen yöntemde değil amaçta yatar oysa. Onlar silahlarıyla, havadan yağdırdıkları bombalarıyla, besleyip silahını verdikleri DAİŞ teröristleriyle bizi katlederken, meşruiyetimize zeval gelmesin diye, sırf bu beylerimiz-hanımlarımız bizi “terörist” olarak görmesin diye beklememizi, sıramız gelince ölmemizi salık vermekteler bize. Oysa en meşru hakkımızdır sıramızı beklemeyip, “dökülen kanı, dökülecek kanla yıkamak”… Nitekim, bugün belli bir rahatlıkla Kürt hareketinin yanında yer alabiliyorlarsa, konuşup yazabiliyorlarsa bu tam da o nefretle andıkları silahlar sayesinde olmuştur. Ve onlara bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, henüz o silahlar miadını doldurmamıştır. Ne zaman ki bu katliamcı, faşist devlet ortadan kalkar, silahların işlevi ancak o zaman değişir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu