Makaleler

Tek yol; alışmamak, koşulları devrimcileştirmek

15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişiminin bastırılması ve ardından geçen iki haftayı aşkın süre içerisinde baş döndürücü bir hızda yaşanan gelişmeler, halkın ve ilerici örgütlü güçlerin geleceğini çok yakından ilgilendiriyor. Darbe girişimini kimi halk kesimlerinin de katıldığı ve kanlı bir şekilde bastıran AKP, yüzlerce insan yaşamını yitirmişken “demokrasi bayramı” ilan ederek haftalardır kutlama gerçekleştiriyor. 2013’te ezilenlerin sokaklara, meydanlara döküldüğü, iktidara olan öfkesini dile getirdiği Gezi İsyanı’nın karşısına dikecek güçte bir hareket yaratarak; içinde bir yara olarak kalan bu isyandan intikam almaya; diğer yandan da özellikle Kemalist baskıcı rejimin baskısı altında olan muhafazakar emekçi halk kesimlerinin öfkesini kendi yelkenine doldurarak tahayyül ettiği sömürü ve baskı koşullarının toplumsal zeminini yaratmaya çalışıyor.

TC Ortadoğu başta olmak üzere dünya üzerinde imajını oldukça yıpratmışken bu darbe girişimine karşı geliştirdiği hamlelerle dişini göstermiş ve dostuna, düşmanına mesaj vermiştir. Aynı zamanda uluslararası kamuoyunda Ortadoğu ve özelde Kürdistan’da katliam, ülkede rüşvet, yolsuzluk vb. deşifre olan suçlarını, şimdiye kadar birlikte yürüdükleri Cemaat’e yıkma telaşında olan AKP; fırsat bu fırsat devlet kurumlarını, şirketleri, basını yeniden dizayn etmeye girişmektedir. Resmi Gazete’de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle toplam 1684 askeri TSK’dan ihraç eden; 3 haber ajansı, 16 televizyon, 23 radyo, 45 gazete, 15 dergi, 29 yayınevi ve dağıtım şirketini kapatan AKP, OHAL’i patronların önündeki pürüzleri temizlemek için de kullanacağını “Türkiye Varlık Yönetim Fonu” kurma kararıyla gösterdi.

Darbe girişiminin ardından Başbakan Binali Yıldırım’ın on milyarlarca dolar büyüklüğünde olabileceğini belirttiği fona kaynak ise özelleştirmelerden, kamu varlıklarının menkul kıymetleştirilerek transfer edilmesinden, emeklilik ve işsizlik fonlarından sağlanacak. Keza İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapılan harcamalar halizhazırda GAP yatırımları için 11 milyar 511 milyon lirayı, sonradan geliştirilen “aktif işgücü programları” adı altında toplumun bazı kesimlerine aktarılan tutar 7 milyar 581 milyon lirayı, “diğer giderler” adı altında yapılan ödemeler de 5 milyar 532 milyon lirayı bulmuştu.

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun “Sermayeyi ürkütürsek yarın bu ülkenin geleceğine zarar vermiş oluruz” uyarısını da dikkate alan AKP aralarında TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD, TESK, TİM ve TÜRKONFED’in bulunduğu sermaye örgütleriyle “darbe girişimi sonrası Türkiye ekonomisine dair yurtdışında oluşan tereddüt ve yanlış yorumları ortadan kaldırmak üzere” birlikte hareket etme kararı aldı ve seferberlik başlattığını duyurdu. Diğer yandan yurtdışında tutulan kara paraları aklayacak ve 412 milyar doları bulan dış borcun ağırlığında dış kaynak girişini artırıp doların yükselişini yavaşlatmayı hedeflediği “varlık barışı” düzenlemesini de 22 Temmuz’da Meclis’e sundu.

 

Alışmak ya da alışmamak… İşte bütün mesele bu!

Tüm bunları sorunsuz bir şekilde geçirebilmek için elbette toplumsal zemine ve meşruluğa ihtiyacı olan AKP, bir yandan kitleleri kendine yedekliyorken diğer yandan da kendi karşısında durana neler yapabileceğini darbeciler üzerinden, üst sınırdan gösteriyor. Katil ve halk düşmanı olan generaller başta olmak üzere erlere kadar herkese açıktan işkence ediyor, bu işkenceye karşı çıkanı da kendisine yedeklediği kitleye linç ettirme tehdidiyle kendine biatı dayatıyor. Mesele tam olarak bu toplumsal zeminin yaratılması, OHAL’in meşrulaşması karşısında örgütlü devrimci ve ilerici güçlerin nerede ve nasıl konumlanacağı sorunudur. Bu konuda ilk olarak atılan kimi adımlara ilişkin tartışmalara değinmek faydalı olacaktır. Bu açıdan 24 Temmuz günü CHP tarafından düzenlenen “Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi” kayda değerdir. Zira bu mitingde DİSK, KESK, TTB, TMMOB dörtlüsü dışında EMEP, Halkevleri, BHH, Kaldıraç gibi kimi reformist ve derimci kurumlar da yer almıştır.

 Başta “ana muhalefet partisi” olarak CHP’nin kendisi açısından iyi bir hamle olarak okunabilecek bu mitingin ana teması, başta sadece darbe olarak belirlenmişken, içindeki nispeten daha sol kesimlerin müdahalesiyle “darbe ve dikta” hedefe konulmuştur. Ancak her durumda, darbe sonrası ortaya çıkan ve başta Kürt halkına yönelik saldırılarda birleşen ve devleti yeniden organize etmeyi önüne koyan AKP-MHP-CHP üçlüsünün amacına hizmet eden durum gizlenememiştir. Nitekim, aynı zamanda bu mitinge katılan ilerici güçlerin görmezden gelinmesini de amaçlayan bir tarzda mitingin AKP ve uşakları nezdinde övgüye mazhar olması da sonuçtan hareketle de olsa bunu göstermektedir. Bu ortaklıkta CHP’nin üstlendiği misyon içinde, Cumhurbaşkanının davetinde HDP’nin neden çağrılmadığını sorması gibi ayrıntılar tabanındaki sol kesimlere oynamaktan ileri gidecek bir durum yaratmamaktadır. Zira darbenin ilk anından itibaren, CHP, AKP-MHP birlikteliğine sözde darbe karşıtlığı üzerinden teşne olduğunu göstermiştir.

Bu noktada mitingin katılımcılarına dönersek; CHP’nin AKP’ye nazaran “ilerici” görülerek; OHAL’e dokunmayan ancak halk düşmanı Ergenekoncuların darbeciliğinin aklandığı “cumhuriyet” ve “demokrasi” eyleminin yeğlenmesi söz konusudur. Sokağa çıkmanın, darbe karşıtlığını sokakta haykırmanın değeri ve cüreti önemliyken; burada Türkiye devrimci ve muhalif hareketinin Kemalizm’le halen hesaplaşamamış olmaktan, faşist devletin kurucu partisi CHP’yi halen ilerici saymaktan kaynaklandığı görmek gerekir.

Bu tercih aynı zamanda OHAL derinleştiğinde Kürt meselesinde alınacak tavrın da habercisidir. Gezi İsyanı, Rojava Devrimi, Cumhurbaşkanlığı ve 7 Haziran seçimleri derken Kürt ulusal hareketiyle devrimci ve ilerici güçlerin yakınlaşması ve ortak mücadele alanlarını yoğunlaştırması ciddi devrimci bir enerji yaratsa da özellikle 7 Haziran sonrasında devletin yürürlülüğe koyduğu savaş konsepti bu yakınlaşmayı da durdurmuş, aradan geçen bir yıl içerisinde T. Kürdistanı savaş aygıtları ile altüst edilirken kimi istisna politikalar dışında bir bütün devrimci hareket bu konuda istikrarlı bir karşı koyuş içerisinde olamamışlardır.

Bugün 15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak gören AKP’nin halka karşı devreye soktuğu OHAL uygulamalarına karşı bu istikrarsızlığı sonlandırmak bir aciliyet olarak kapıya dayanmaktadır. Ancak görünen o ki, henüz OHAL’i kavramış bir gerçeklik, örgütsel duruş ve olgunluk söz konusu değildir. Alışmadan, rutinini bozarak; OHAL’e karşı neler yapılabileceğini tartışan, sokağı gösteren, sokağa çıkan, OHAL’in hedeflediği demokratik kazanımlarına sonuna kadar sahip çıkan bir hat izlemek gerekmektedir. Ve de en önemlisi OHAL’e karşı tüm hücreleriyle hazırlıklarını tamamlamak, savaşı  böyle yükseltmek en önemli görevdir. Unutmamalı ki, “Gökkubbenin altında kaos var, koşullar mükemmel” diyen Mao, bu sözü kendiliğindenciliği meşrulaştırmak amacıyla sarf etmemiştir. Bu kaosu proletaryanın zaferine evriltmek ve “mükemmel koşulları” değerlendirmek için ezberi bozmak, koşullara alışmamak, koşulları devrimcileştirmek tek yoldur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu