GüncelKültür&Sanat

Yılmaz Güney’i Bir Kez Daha Anıyoruz!

Yılmaz Güney Türkiye, dünya ve Marksizm-Leninizm’e ilişkin yaptığı değerlendirmelerde İbrahim Kaypakkaya’nın temellerini attığı hareketin görüşlerine yakın tespitlerde bulunmuştur.

Sansür ve yasaklarla aramızdaki çelişme, sınıfsal bir çelişmedir. Bu çelişme, emperyalizme bağımlı işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağalarının siyasi iktidarı ile emekçi halk yığınları arasındaki çelişmenin, ilerici ve devrimci sanat ile devletin gerici faşist yöntem ve araçları arasındaki çelişmenin, sinema planına yansıyan biçimidir.” (Y. Güney)

Yılmaz Güney’i ölümünün 37. yıldönümünde bir kez daha anıyoruz. Onun devrimci kişiliği ve hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Çünkü Yılmaz Güney, Türkiye’de sinema dalında yetişmiş en büyük sanatçılardandı. Sinema dalında muazzam bir kariyer edinmişti.

Sömüren sınıfların ve onların devletinin safında yer alsaydı hapishaneye konulmaz, gördüğü baskı ve yaptırımlara maruz kalmaz, düzenin her türlü imkanından yararlanan bir yaşam sürdürebilirdi. Ama o, bunları elinin tersiyle itti. Kabul etmedi. Tersine, onların karşısında yer aldı. Onların gerçek yüzünü deşifre eden ve mücadele eden devrimci safta hareket etti.

Yılmaz Güney bir sanatçıydı. Giderek Türkiye toplumu üzerinde, en fazla etki yaratan sanatçılardan biri oldu. “Çirkin Kral” unvanına ulaştı. Giderek düzene ve devlete karşı da tavır alan bir sanatçı oldu… Kendisine açılan burjuva lütuflarla arasına derin bir hat çekti; gerici sistemi ve faşizmi hedef alan devrimci düşüncelerle donattı kendisin…

Kısacası şöhret, nam ve para imkanlarına rağmen o devrim saflarında yer aldı! Çünkü düzene muhalif bir sanatçı olmuştu…

 

Sisteme ve devlete muhalif bir sanatçı…

Topraksız ve fakir bir Kürt ailenin çocuğu olarak Adana’da dünyaya gelmiştir. Çocukluğunu Adana’da geçirmiş ve genç yaşlarda İstanbul’a gitmiştir. İstanbul’da İktisat Fakültesi’ne kaydını yaptırır ama üniversiteyi bitiremez.

1955 yılında yazdığı “3 Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” başlıklı öykü nedeniyle 1961-1962 yıllarında 1.5 yıl hapishanede kalır ve 6 ay Konya’ya sürülür. Hapishaneden çıktıktan sonra İstanbul’a döner ve yönetmen Atıf Yılmaz’ın filminde oynar.

Daha sonra oynadığı filmlerde hızla öne çıkmış ve önü giderek açılmıştır. İlk dönemler adventure filmlerde oynamış ve canlandırdığı rolle halkın sempatisini kazanmıştır. Bu filmlerde bile oynadığı güçlüye ve baskı yapanlara karşı başkaldıran ve mücadele eden karakterle halkın ilgi gösterdiği sanatçı olmuştur.

Canlandırdığı karakter güçlü hasımlar karşısında silaha sarılan, pes etmeyen ve her filmin sonunda da ölen kişidir.

Bu ilk filmler güçlüye ve haksızlığa karşı mücadeleyi içermiştir. Ölüm pahasına da olsa boyun eğmemek ve karşı koyuş işlenmiştir. Ancak sorun ve mücadele, düzen içinde kötü insanlar ile iyi ve mert insan arasında mücadeleyle sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla sorunun toplumsal ve sınıfsal boyutları ele alınmamıştır.

Mevcut düzenin sorunlarını yaratan maddi koşullar ve köklü çözümü işlenmemiştir.

Yılmaz Güney ne zamanki kendisini devrimci düşüncelerle daha çok donattı, sorunlara daha toplumsal bir perspektifle baktı, sistemin alt ve üst yapısıyla kökten değişiminin devrim ile olacağını kavradı; bunu sinema ve sanat anlayışına da yansıttı. Kültür, edebiyat, sanat, sinema vb. dalların toplumsal yapıdan kopuk olmadığını da gördü.

Sömüren ve ezen sınıflar kültürel yapıları ve sanat dallarıyla, toplumu sanal bir alemde kendi etkileri ve hegemonyaları altında tutarlar. Dolayısıyla ezilen sınıfların kültürü, müziği ve tüm sanat dalları ezen ve sömüren sınıflarınkinden kökten farklıdır. Yılmaz Güney iktidarda olanlar ile ezilen sınıfların bu farklılaşmasını gördü.

Artık bu gerçekleri kavradığında sisteme ve devlete muhalif bir sanatçı olmuştu. Sinema dalında ülkenin en gelişmiş ve en yetenekli oyuncusuydu… Artık sinema sanatını, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu deşifre eden ve devrime tabi kılan perspektiften kopuk ele almamaya başladı.

Yazdığı hikaye ve romanlarda da aynı perspektifi işlemiştir. Bunun sonucu sistemi, devleti, faşizmi eleştiriyor, teşhir ediyor; kitleleri yaptığı filmlerle düşünmeye sevk ediyordu. Seyircisine gerçek kurtuluşu bu minvalde göstermeye çalışıyordu.

Tüm bu görüşleri yansıtırken ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin tahliller de yapmıştır.

Türkiye-Kürdistan tahlili yapmış ve ülkeyi emperyalizme bağımlı, kapitalist bir ülke olarak görmüştür. Feodal kalıntıların tasfiye olmadığını ve çözülme sürecine girerek varlığını devam ettirdiğini belirtmiştir. Kürdistan’ı sömürge olarak değerlendirmiş, Kemalizm’i faşist diktatörlük olarak tahlil etmiştir.

Devrimin niteliğini işçi sınıfı önderliğinde toplumsal demokratik halk devrimi olarak tahlil etmiştir. Devrimin niteliği ve hedeflerini şöyle belirler: “Bu görev anti-emperyalist, anti-faşist, anti-feodal, anti-sömürgeci mücadele görevleri ile birlikte yürütülmelidir. Kürt, Türk ve ezilen halkların düşmanları ortaktır; ortak örgütlenme, zaferin en temel koşuludur.” (Yılmaz Güney, Siyasal Yazılar, cilt II, 2. Bölüm, s. 9) Devrimin üç temel silahı olarak da parti, ordu, birleşik cepheyi görmüştür.

 

Dönemsel tavırları ile Yılmaz Güney…

Yılmaz Güney sosyalizme ilişkin tahliller ve saflaşmada yer aldığı mevziyi belirlemiştir. Azami programa tekabül eden sosyalizmi savunmuştur. Komünizmin alt aşaması olarak gördüğü sosyalizmde, proletarya diktatörlüğünü savunmuştur. Sovyetler Birliği’nde SBKP’nin 20. Kongre ile karşı-devrimin modern revizyonist hatta evrilmesine ve “sosyalist” kılıfla büründüğü sosyal-emperyalist niteliğe Mao ve ÇKP’nin döneme ilişkin aldığı tavrı doğru görmüştür.

Ayrıca ÇKP içinde Lin-Piao tarafından savunulan ve –Mao ve yoldaşları tarafından reddedilen– “Üç Dünya Teorisi’ni” de eleştirmiş ve tavır almıştır. Ayrıca Mao’nun ölümünden sonra AEP’in (Arnavutluk Emek Partisi) Mao hakkında aldığı “Mao hiç Marksist-Leninist olmamıştır” görüş ve tavrı doğru görmemiş ve AEP’yi ve beraber hareket eden yapıları da eleştirmiştir.

Görüldüğü gibi Yılmaz Güney Türkiye, dünya ve Marksizm-Leninizm’e ilişkin yaptığı değerlendirmelerde İbrahim Kaypakkaya’nın temellerini attığı hareketin görüşlerine yakın tespitlerde bulunmuştur.

Farklı görüşleri de olmuştur. Ama bizzat kendisi Kaypakkaya’nın ve partisinin görüşlerini “esas yönü komünist” olan tek çizgi olarak görmüştür. Buna ilişkin dönemin Güney dergisine yönelik bazı hareketler tarafından getirilen eleştirilere Partizan dergisi tarafından yanıt verilirken buna da vurgu yapılmıştır:

“Derginizin Ekim 1978 tarihinde çıkan 10. sayısında Y. Güney-N. Behram imzalarını taşıyan ‘Proleter Devrimci Kültür Cephesi’ni Güçlü Bir Devrim Mevzisi Kılalım’ başlıklı bir temel yazı yayınlandı.

Yazıda genel bir dünya ve Türkiye tahlili yapılıyor; Türkiye devrimci hareketinin yakın geçmişi (1968-69’dan bu yana) ve bugünü değerlendiriliyor; kültür sorunu ortaya konuluyor ve bir Proleter Devrimci Kültür Cephesi’nin yaratılmasının zorunluluğu üzerinde duruluyor.

Yine aynı yazıda, şimdiye kadar söylenenlerden farklı olarak, TİKP (29 Ocak 1978’de Doğu Perinçek öncülüğünde kurulan legal Türkiye İşçi Köylü Partisi-bn) yer yer devrim düşmanı olarak değerlendiriyor; -Marksizm kaynaklı olmayan maceracılık eleştirilerinin eleştirisi yapılıyor; TKP/ML çizgisi, geçmişte -esas yönü komünist olan – tek çizgi olarak görülüyor. (abç)

Bu temel yazıyla ve getirilen görüşlerle, böylece GÜNEY Dergisine şimdiye kadar sahip olduğu bakış açısından farklı olarak, yeni bir bakış açısı kazandırılıyor.

Ayrıca bu yazının yanı sıra, derginizde bir de ‘Parti Bayrağı ve İ. Kaypakkaya Eleştirisi Üstüne’ başlıklı yazı yer alıyordu.” (Partizan, sayı 4, Aralık 1978, s. 44)

Yukarıda yaptığımız uzun alıntıyla Yılmaz Güney’in “esas yönünü komünist” olarak gördüğü çizginin İbrahim Kaypakkaya’ya ait olduğunu belirttik. Yılmaz Güney, İbrahim Kaypakkaya’nın ideolojik hattından etkilendiğini bizzat belirtmiştir.

Ve o minvalde hareket etmiş ve ömrünün sonuna kadar da o hatta yerini almıştır. Onu bir kez daha anıyoruz!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu